Tek-Tanncı Mutlak İmancı dinlerin gerçek âlimleri (örneğin Tasavvuf) Gizli İlimler konusunda Gıybet (geleceği bilmek) tartışması hariç, ağır eleştiriler yöneltmemiş tersine bu konulan anlayabilmek için Ezoterist ve Okültistler ile dostluklar kurmuşlar ve karşılıklı görüş alışverişlerinde bulunmuşlardır. Bu tür görüşmeler, özellikle de Ezoteristlerin öne sürdükleri bir tezin çerçevesinde yapılmıştır. Buna göre Gizli İlimlerle uğraşanlar için Tanrı algılaması bir DİN olarak değil ama bir İnanç-Sistematiğin gereği olarak Mevcut’tur. Ezoteristler için Tanrı (Yüce Ruh), -dikkat çok önemli- Kendi Kendisinin Delilidir (Hüccet). Başka delillere veya insanların getirdikleri delillere ihtiyacı yoktur. Bu nedenle de birilerinin kalkıp bas bas bağırarak, olmadık yasaklar, kurallar ve cezalar koyarak Tanrı’nın Varlığını kanıtlamaya kalkışmaları beyhudedir ve böylesi girişimler sadece siyasal ve maddi çıkarlar elde etmeye matuftur.
Eğer Okültizm sadece büyücülük, sihirbazlık, falcılık vb. gibi aşağılayıcı kelimelerle tanımlanırsa bunların en yetkin örnekleri gerçekte Mutlak İmancı Tek-Tanrıcılığın Kutsal kabul ederek imana zorladığı insanlara ezberlettiği metinlerde ve kitaplarda vardır. Yahudi Kutsal Kitaplarında Mosheau (Müslümanlara göre Peygamber, Yahudilere göre siyasetçi Musa) Firavun ile pazarlığını Büyü ve Sihir kullanarak yürütmüştür. Musa’nın Kızıl Deniz’i asasıyla ikiye bölüşü, bu nedenledir ki, Tanrı’nın bir Mucizesi değil onun Sihirbazlığının bir başarısıdır. Talmud’u yazan, çoğu cahil çoban veya satıcı olan Hahamlardan bazılarına göre nehir kenarlarında dolaşan dişi aslanların burunlarının üstünde 300 kötü cin saklanmaktadır!
İslamiyet’in Allah’ı adına konuşma, fetva verme, asıp kesme yetkisinin sadece kendisinde olduğunu düşünen birçok Hacı, Hocaefendi, Şıh, Mıh bozuntusu da öncekilerden aşağı kalır zırvalarla insanları korkutup mallarını, canlarını ve çokça da ırzlarını almazlık etmemişlerdir.
Ezoterist ve Okültistler için kendi yazdıkları kitapları Kutsamak gibi bir gelenek olmadığı için Ezoterizm’in Kutsal Metinleri ve Kitapları yoktur, olan metinlerde de bu tip yasaklar ve palavralar yoktur. İlk yüzyıl içinde İsa Mesih adı verilerek Paul ve Barnabas tarafından insanlara tanıtılan kişinin çok büyük bir Sihirbaz olduğuna, ölen insanları dirilttiğine inanılıyordu. Benzer şekilde Paul ve Barnabas gittikleri köy ve kasabalardan ya Büyücü oldukları gerekçesiyle kovuluyorlardı ya da “Bize Sihrinizi gösterirseniz sizleri dinleriz,” denilerek kente girmelerine izin veriliyordu. Masonlar için bu İsa Mesih denilen kişi Evrenin Yüce Mimarı (Ezoteristlerin Yüce Ruh’unun çarpıtılmış versiyonu) tarafından görevli olarak yeryüzüne gönderilmiş olan İLK MASONLARDAN biridir.
Ezoterist ve Okültistlere saldırılar sadece Mutlak İmancı çevrelerden değil onlarla bu konuda omuz omuza giden bazı keskin Ateistlerden de gelmektedir. Şu adı ünlendirilmiş ama gerçekte doğru dürüst Ateist olmayı bile başaramamış olanRichard Dawkins FELAKETİNİ BİR KENARA BIRAKIRSAK, Ateist Manifestosu’nun yazan ve öncekine göre çok daha tutarlı tezlerle Tek-Tanrıcılığı eleştiren Michael Onfray de Gizli İlimlerle uğraşanların Ateist olmaktan korkan Mahcup Deistler olduklarını öne sürmektedir. Bu eleştirinin de hiçbir değeri ve anlamı yoktur, çünkü Ezoterist ve Okültistler için Ateistler ile tartışılacak bir Mutlak İman Sorunsalı yoktur. İşin aslı Ateist denilen kişi keskin muhalif gözükmek isteyen Reaksiyoner dir. Çünkü Hıristiyanlığın Tanrısı’nı önce benimseyip sonra reddetmek zorunda kalmış olmak, onlarda bir tür aşağılık duygusu ve aldatılmışlık hissi uyandırmıştır ve kendilerini ihanete uğramış kişiler olarak görmekte ve çocukluklarında ve gençliklerinde İsa’ya duydukları sevgi ilerleyen yaşlarında nefrete dönüşünce garezle ona ve Kilise’ye saldırmaktadırlar. NİETZSCHE’NİN ÖLDÜRDÜĞÜ TANRI GERÇEKTE İSA MESİH DİYE TANITILAN KİLİSE’NİN TANITTIĞI RESİMLİ ROMAN KAHRAMANIYDI, UNUTULMASIN Kİ O DA BİR ZAMANLAR İSA’YA HAYRANDI.
Toparlarsak; Ezoteristler ve Okültistler Doğa’nin ve Kozmoz’un Göze Görünmeyen Yasalarını ve Sırlarını anlamaya ve çözmeye çalışan, bunların insanlığın yararına nasıl sunulabileceğini araştıran kişilerdir. Bu insanlar çocukluklarından itibaren ÖZEL YETENEKLERİ VE EĞİTİMLERİ OLAN KİŞİLERDİR. Bu tip özel eğitimleri ve yetenekleri olmayan hiç kimse Ezoterizm ve Okültizm ile uğraşmamalıdır, çünkü Gizli İlimler çok ama çok tehlikeli ve hassas konulardır. Kulaktan dolma sözlerle ve şarlatan hocaefendilerin delaletiyle bu işlere girmeye kalkışmış olan nice insan sonunda Akıl ve Ruh Hastalıkları hastanelerinde yaşamlarını noktalamışlar ya da hayatlarına son vermişlerdir. Bunlardan biri, üstelik de TBMM’de milletvekilliği yapmış bir kişi şarlatan bir üfürükçünün sözlerine kapılıp kendisini İSA MESİH ilan etmişti… Benden uyarması.
Newton’un kehanetleri
1989’da Oxford Üniversitesi, John Fauve, Raymond Flood, Michael Shortland ve Robin Wilson yönetiminde 13 felsefeci ve fizikçiden Newton’un Gizli İlimlerle olan bağlantısını inceleyen çalışmalar yapmalarını istedi ve bu makaleler Let Newton Be adlı bir kitap halinde yayınlandı. Bu kitapta yer alan Piyo Rattansi yazısında,
“Newton’un Alşimi ile olan derin bağlantısından söz etmek Üniversiteler için yüz kızartıcı sayılıyordu, şimdi durum değişti. Newton’un Antik Gizli Hikmet (Wisdom) bilgileriyle olan bağlantısı şaşırtıcı bir şekilde aydınlığa çıktı,” diye durumu özetledi.
Sir Isaac Newton’un kütüphanesinde 1752 kitap kayıtlıydı. Bunlardan 170’i doğrudan doğruya Okült, Simya ve Hermetizm’le bağlantılıydı. Kadim Kutsal Metinler ve bunlarla ilgili kitaplar da bir o kadardı. Newton’un kütüphanesindeki sadece 369 kitap Bilim kategorisindeydi.
Newton’un Simyacılarla ve Gizli İlimler ile yakın ilişkileri olduğu Kral’a ihbar edilmiş ama Kral, 1504’te çıkartılan ve Simyacıların İdamla cezalandırmalarını öngören yasayı görmezlikten gelerek onu idam ettireceğine kendi Darphanesi’nin başına geçirterek çok yüklü bir maaşa bağlamıştır. Nedir ki, bu terfide 1540Tarda VIII. Henry döneminde bizzat Kral Henry’nin ve sonra da kızı Kraliçe I. Elizabeth’in Alşimistleri koruma politikası rol oynamış olabilir. Tarihçilere göre, VIII. Henry Hazine’de altın kalmayınca -ve borç batağına batınca- kendi zamanının ünlü Alşimistlerini kendi koyduğu yasağı çiğneyerek gizlice Saray’a sokmuş ve onlardan Yeşil Aslanı (Altın) üretmelerini istemişti. Bu işleri o dönemde Ripley adlı Alşimist yönetmişti. Onun kızı I. Elizabeth de gelmiş geçmiş en ünlü Alşimistler’den sayılan .

Belirtmek gerekir ki, Newton Darphane’nin başına atandığında İngiltere Hazinesi’nde altın kalmamıştı ve onun döneminde İngiltere Hazinesi nasıl olduysa birdenbire hem borçları ödedi hem de altın stoklarıyla ünlendi. Newton, eldeki belgelere göre, ikinci yüzyıldan kalma bir Simya elyazma-sında anlatılan ve Simyacılar tarafından Kleopatra kod adıyla bilinen formülün şifrelerini çözmüştü ve arsenik kullanarak baz metalleri altına dönüştürebiliyordu. Bu dönemde Kral gibi Newton da olağanüstü bir zenginlik elde etmişti ki, bu da çok manidardır.
Newton’un doğumu sırasında İngiltere’de İç Savaş vardı ve hangi taraf kazanırsa yenilenin tüm taraftarlarını kadın, çocuk, yaşlı dinlemeden öldürüyordu. Newton’un ailesi İngiltere’de Katolikliği yeniden yerleştirmek isteyen Kral Charles’a karşı Parlamentarizmi savunan taraftaydılar. Bereket Newton’un doğum yerinin yakınındaki Edgehill’de Kral Charles durduruldu ve Newton’un köyü de katliamdan kurtuldu. Bu nedenle Newton tüm yaşamı boyunca Katolik Kilisesi’ne şiddetle karşı çıkmıştı ve bu Kilise’nin en Kutsal Dogması olan Teslis’i asla kabul etmemişti. Bu Dogma’yı Kilise’nin insanları aldatıp, sömürmek amacıyla koyduğunu her fırsatta söylemiş ve yazmıştı.
Newton başta İmparator Konstantin olmak üzere İS. 325’te İznik’te toplanan I. Ekümenik Konsil’de alman kararların özgün Hıristiyanlığı ortadan kaldırdığı yerine Kilise’nin vahşi siyasetini koyduğu bir gelişme olarak görmüştü. Bu Konsil sırasında mahkûm edilen Arianus’u övmüş ve Newton’un çok ayrıntılı bir biyografisini yazan Michael VVhite’in 1997’de yayınlanan kitabı, The Last Sorcerer’da yazdığına göre, ömrü boyunca da bir Arianist olarak yaşamıştı. Arian, söz konusu Konsil’de İsa’nın Tanrı tarafından üstün erdemlerle ve bilgilerle donatılarak yeryüzünde insanları aydınlatması amacıyla gönderdiği bir Üstün İnsan (Theios Aner) olarak tanımlamıştı. Arianus‘a göre İsa, Tanrı’nın Oğlu değildi, Tanrı’nın oğlu olsa zaten Tanrı olamazdı. Oğlu olan bir Tanrı varsa bir de Tanrı’nın Gelini olması gerekiyordu. İsa, Arianus’a göre TAM bir insandı, acı çekmiş ve öldürülmüştü. Newton’un kendi inanç dünyasında Arianus’un çizdiği bu İsa portresi, kendi karakterine de çok uyduğu için daima ön planda olmuştu.
İlginçtir ki, Newton da İsa Mesih de kendi misyonlarına -insanları aydınlatma- otuzlu yaşlarında başlamışlardı. Buna göre Newton’un ünlü tezleri ilk kez 33 yaşındayken 1675’te yayınlanmış ve dar ama etkili Cambridge çevresinde çok tartışılmıştı. İsa da o yaşlarda ilk vaazlarını vermeye başlamıştı; Newton da ilk ciddi akademik tartışmalarını aynı yaşta başlatmıştı ve tıpkı İsa gibi o da bu yıllarda ilk Hayranlarınıve Taraftarlarını edinmişti. Newton’un bu dönemi Ann’ı Mirabilis diye bilinir.
Yukarıda saydığım ve saymadığım gerekçelerle Newton kendisini, tıpkı İsa Mesih gibi, Astral bir güç tarafından yeryüzüne gönderildiği inancıyla yaşamıştı. Hatta 23 yaşındayken çıktığı geziler sırasında tanıştığı kişilerden öğrendiği Alşimi çalışmalarını gözlerden gizlemek için tüm Simyacılar gibi o da kendisine bir Anagram yapmıştı. Newton’un seçtiği anagram Jeova Sanctus Unus idi. Bunun açılımı ise Latince, Isaacus Newtonuus idi ve One Holy God (Bir Kutsal Tanrı) anlamına geliyordu. Bu denli iddialı bir Anagram yazmak o güne kadar hiçbir Alşimist tarafından yapılmamıştı.
Newton tüm yaşamı boyunca gizliliğe çok düşkün olmuştu. Bu nedenle hiçbir zaman dost ve sırdaş edinme-mişti fakat yine de onun sırdaşı sayılabilecek iki unsurdan söz edilebilir. Bunlardan birincisi Clavis adını verdiği bir anı defteriydi. Newton aynı anda dokuz defter tutuyordu. Kimisine gözlem ve deneylerini, kimisine harcamaların -ki kuruşu kuruşuna yazmıştı- kimisine de Simya formüllerini yazıyordu. İşte Clavisde onun bu Sır defterlerinden biriydi. Newton’un niçin bu adı seçtiği belki de onun Simyacılık yanını en iyi gösteren delildir. Çünkü CLAVİS, LATİNCE ANAHTAR DEMEKTİ AMA SADECE SİMYACILARIN KULLANDIKLARI ÖZEL BİR DEYİMDİ. 16. yüzyılda Müslüman Simyacılar İbn Hayyam ve Cabir’in eserleri Latinceye çevrilmişti ve bu eserlerden Arapça İlm-i-Miftah (Anahtar/Şifreler İlmi) diye söz edilmişti. Bu ilim gizliydi ve sayılar ve harflerle bağlantılı şifreleri çözmekte kullanılıyordu.
Newton da sayıların ve harflerin sırlarıyla çok uğraşmıştı. Hatta İncil’de yer alan sayıların ve harflerin şifrelerini çözerek dünyayı bekleyen olayların bir kronolojisini çıkartmıştı. Buna göre;
1889’da Yahudilere, Filistin topraklarına “Geri Dönün” çağrısı yapılacaktı.Newton’un bu hesabı doğru çıktı.
Siyonistler 1889’da dünya Yahudilerinin Filistin’e geri dönmeleri gerektiği çağrısını yaptılar.
Yine Newton’a göre 1948’de İsa Yeniden doğacaktı. Sembolik anlamda bu da gerçekleşti, yaklaşık 2000 yıldır ölü olan İsrael Devleti yeniden canlandırıldı/ kuruldu (Yahudi olan İsa böylece yeniden doğdu).
Newton, 2370 yılına kadar da Hıristiyanlığın tamamen ortadan kalkacağını ve yerine bir Barış Dininin kurulacağını öngörmüştü!
Newton tarafından yazılan Danyal’ın kehanetlerini yorumladığı kitabında da 666 ve 1453 gibi sayıların çok ilginç şekilde şifreler olduklarını öne sürmüştü.
Newton’un sırdaşı sayılabilecek bir kişi vardı: Bu adam John Wickins’dir. Tam 30 yıl boyunca Newton’un gizli Simya laboratuarını o düzenlemiş ve korumuştu. 1677’de bu laboratuar yandığında Wickins orada değildi.
Newton’un biyografisini yazan tüm araştırmacılara göre Wickins çok esrarengiz bir adamdı. Belki de gizli bir örgütün üyesiydi ve Newton’u hem koruyordu hem de ona sadakatle hizmet ediyordu. Newton’un karşılaştığı tüm zorlukları hep bu adam çözümlemişti. Newton’un ölümünden kısa bir süre önce Wickins kayboldu. Daha sonra da hiç bulunamadı. Wickins’in oğlu babasının çok büyük sırlarla ortadan kaybolduğunu ve ellerinde Newton’la ilgili hiçbir belge bulunmadığını söyledi.
Newton takıntıları ve belki de Batıl diye nitelendirilebilecek inançları olan bir adamdı. Newton’da kırmızı rengine yönelik bir takıntı vardı. Eski bir Alşimist’in Boya ve Renk üretimi için yazdığı gizli formülleri çözerek elliye yakın değişik tonlarda Kırmızı, daha doğrusu Al (Crimson) boya üretmişti. Newton bu Alşimist’ten öğrendiği renkler ayrımını 1704’te yayınlanan ünlü kitabı Opticks’te bolca kullanmıştı.
Batıl’a olan takıntısı ise mitolojik PAN ile bağlantılıdır. Newton bu insan başlı at benzeri mitolojik Tanrı’nın gerçekte Simyacıların PİRİ olduğuna inanıyordu.
![]() |
Newton un Mezarı |
Ölümünden sonra yapılan anıt mezarının üstüne kendi seçtiği birçok şifre ile birlikte PAN’ın da konmasını istemişti. İlginçtir ki, bu anıt-mezarda Newton’un Hıristiyan olduğunu Hıristiyan olduğunu gösteren hiçbir işaret yoktur. Mezar taşı Simya formülleriyle süslenmiştir.
Allah rahmet eylesin; Aytun ALTINDAL ki gerçek adı Aytun dur. Isaac Newton un tanınmasında çok ama çok büyük emek sarfetmiştir. Türkiye topraklarına birçok kavramı ve bilgiyi bedelsiz bu topluma aşılayan bu nadir şahsiyeti saygıyla ve rahmetle anıyorum.