Suriye krizinin seyrine ilişkin dört muhtemel senaryodan bahsedilebilir.
Birincisi Suriye’de kurulabilecek bir geçiş hükümeti ile krizin aşılmasıdır.
İkincisi
Esed rejiminin ağır silah sistemleriyle takviye edilecek Özgür Suriye Ordusu veya
uluslararası bir müdahale ile devrilmesidir.
Üçüncü muhtemel senaryo Suriye
krizinin sürüncemede kalmaya devam etmesi ve ülkenin parçalanma sürecine
girmesidir.
Dördüncüsü ise iç çatışmaların devam etmesine rağmen Baas rejiminin
mukavemetini sürdürmesi ve konumunu muhafaza etmesidir.
Suriye krizindeki ilk muhtemel senaryo, ülkedeki
çatışmalara son verebilecek bir geçiş hükümetinin kurulmasıdır. Suriye’de Esed
rejimi içinden katliamlara doğrudan bulaşmamış Baas yöneticilerinin katılacağı,
ülkedeki farklı etnik ve dini unsurların temsil edildiği bir geçiş hükümeti
kurulabilir. Bu nitelikteki bir geçiş hükümeti ile Suriye krizi yumuşak bir geçişle
çözüme kavuşturulabilir. Geçiş hükümeti
seçeneği Rusya’nın girişimiyle gündeme gelmiş, 30 Haziran 2012 tarihinde İsviçre’nin
Cenevre kentinde Suriye sorunu üzerine gerçekleştirilen toplantıda katılımcı
devletler tarafından değerlendirilmiştir.
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin yanında Türkiye, Irak, Kuveyt
ve Katar’ın katılımıyla gerçekleştirilen Cenevre toplantısında, Suriye’de
kurulacak ulusal birlik hükümeti ile krizin çözüme kavuşturulabileceği kanaati öne
çıkmıştır.
Batılı devletler ve Rusya arasında Beşşar Esed’in
iktidardaki konumu ile ilgili anlaşmazlık devam etse de geçiş hükümeti konusunda
bir mutabakat ortaya çıktığı fark edilmiştir. Türkiye, Rusya’nın desteklediği
bu çözümü onaylamıştır. Geçiş hükümeti
seçeneğinin uygulanabilir bir öneri olduğunu kabul eden Türkiye, Cenevre’deki
görüşmelerde geçiş hükümetinin oluşturulmasına dönük ortaya konan yol
haritasının önemli olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Suriye Ulusal Konseyi de
geçiş hükümeti önerisine sıcak baktığını, katliamlara karışmamış Baas Partisi
mensuplarının geçiş hükümetinde yer alabileceğini beyan etmiştir.
Taraflar arasındaki mutabakata zarar vermeyecek başarılı
bir geçiş hükümeti tesis edilebilirse Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme
kavuşturulabilir.
Başarılı bir geçiş hükümeti, Beşşar Esed ve yakınlarının
iktidardan uzaklaştırılması
ve insan hakları ihlallerine bulaşmamış Baas rejimi
mensuplarının
Suriye’de tesis edilecek çoğulcu sistemin bir parçası olarak
kalmasıyla gerçekleştirilebilir.
Ancak geçiş hükümeti seçeneği aynı
zamanda bazı olumsuz sonuçlar doğurabilecek dinamikler ihtiva etmektedir. Geçiş
hükümetinin muhalefetin yeterince temsil edilmediği, Baas yöneticilerinin
ağırlıkta olduğu ve katliamlara iştirak etmiş isimlerin yer aldığı bir yapı arz
etmesi ihtimali vardır. Bu ihtimalin gerçekleşmesi
durumunda geçiş hükümeti otoriter eğilimlerini muhafaza eden Baas rejiminin
ayakta kalmasına hizmet edebilir. Böylece geçiş sürecinde Suriye krizine son
verebilecek ulusal uzlaşı akamete uğrayabilir ve taraflar arası çatışmalar
tekrar başlayabilir.
Başlangıçta Rusya’nın tutumu nedeniyle ön plana çıkan,
Türkiye ve Suriye Ulusal Konseyi tarafından da uygulanabilir olarak
değerlendirilen geçiş hükümeti senaryosunun gerçekleşme ihtimali Suriyeli
muhaliflerin Doha Kongresi’nde aldığı kararlarla zayıflamıştır. Bu senaryo,
Doha Kongresi’nin ardından Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal
Koalisyonu’nun Esed rejimiyle hiçbir şekilde diyaloga girilmeyeceği ve müzakere
edilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla gündemdeki önceliğini yitirmiştir.
Suriye krizinde ikinci muhtemel senaryo, Esed rejiminin
silahlı kuvvetle devrilmesidir. Esed
rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ise iki farklı şekilde
gerçekleşebileceği beklenmektedir. Birincisi ülkede devam eden iç savaşta Esed
rejiminin daha iyi teşkilatlanmış bir Suriye muhalefeti ve daha güçlü bir Özgür
Suriye Ordusu tarafından iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Artan dış yardımlarla
Özgür Suriye Ordusu’nun Baas rejimine bağlı güvenlik güçlerini dengeleyebilecek
ölçüde desteklenmesi ile böyle bir netice sağlanabilir. Esed rejimi, Suriye’ye
doğrudan bir dış müdahale olmadan ağır silah sistemlerine sahip Özgür Suriye
Ordusu tarafından devrilebilir.
Baas rejiminin, askeri donanımı daha güçlü muhalif unsurlarca devrilmesi
Esed sonrası Suriye’nin istikrarını zedeleyebilecek gelişmelere yol
açabilir. Suriye’ye sokulacak ağır silah
sistemlerinin denetimi ve takibindeki zorluklar, bu silahların kullanımıyla
ilgili sorunlar doğurabilir. Suriye genelinde Baas rejimine karşı Özgür Suriye
Ordusu’na bağlı faaliyet gösteren silahlı gruplar daha fazla silahlandırılırsa
Esed’in devrilmesinden sonra birbiriyle mücadeleye girişebilir. Muhalif silahlı
gruplar arasında iktidara nüfuz etme noktasında ortaya çıkabilecek
anlaşmazlıklar ülkede iç çatışmalara neden olabilir. İç çatışmaların İsrail’e tehdit
oluşturabilecek şekle dönüşmesi durumunda ise Batılı devletlerin Suriye’deki
yeniden yapılanma sürecine verdiği destek kesilebilir
Esed rejiminin daha fazla silahlandırılmış bir Özgür
Suriye Ordusu tarafından devrilmesi aynı zamanda Suriye’deki devlet sisteminin
çökmesi anlamına gelecektir. Rejimin
devrilmesi bir süre daha devam edecek çatışmalar sonucunda gerçekleşebilecek,
Suriye’nin kamu idaresi, kamu hizmetleri ve güvenlik altyapısı tahrip edilmiş
olacaktır. Muhalif silahlı grupların silahsızlandırılması Suriye’deki yeni
iktidarın önünde ciddi bir problem olarak kalacak, devlet sisteminin yeniden
tesisi, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması uzun süre alacaktır.
Muhalefetin artırılan dış yardımlarla ve daha fazla silahlandırılmasıyla Esed
rejimini bertaraf edebilecek düzeyde güçlendirilmesi neticede Suriye’nin
geleceğini olumsuz etkileyebilecektir.
Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ikinci şekli
ise Özgür Suriye Ordusu daha fazla silahlandırılmadan uluslararası bir dış
müdahale yapılmasıdır. Suriye’de Esed
rejimini devirebilecek dış müdahale BM kararıyla ya da Kosova’da olduğu gibi
katliamı engelleme hedefiyle oluşturulan uluslararası koalisyon kuvvetlerince
icra edilebilir. Müdahale, oluşturulacak uluslararası koalisyon kuvvetlerinin
Suriye’de bir kara harekâtına girişmeden Esed rejimine bağlı hava unsurlarını,
füze sistemlerini ve zırhlı birliklerini etkisiz hale getirmesi şeklinde
yürütülebilir. Libya’dakine benzer biçimde tasarlanabilecek Suriye’ye müdahale
görevi sonucunda Esed iktidarına bağlı güvenlik güçleri büyük ölçüde tahrip
edilecek, psikolojik üstünlüğü elde eden Özgür Suriye Ordusu Baas rejimini
devirebilecektir.
Kapsamlı bir hava harekâtı niteliğinde icra edilecek
müdahale ile Suriye’deki kriz daha az can kaybı ile nihayete erecek, muhalif
grupların ağır silahlarla teçhiz edilmesine gerek kalmaksızın krizin çözümü
istikametinde mesafe alınabilecektir. Bu nitelikteki bir dış müdahalenin
muhalif silahlı grupların silahlandırılmasından daha az maliyetli olabileceği
ve daha kısa sürede sonuca gidilmesini sağlayacağı da değerlendirilebilir.
Nitekim hava kuvvetleri ve savunma sistemleri yok edilen Esed rejimi karşısında
Özgür Suriye Ordusu kısa zamanda üstünlüğü ele geçirebilecektir. Özgür Suriye
Ordusu’nun daha fazla silahlandırılmasına gerek kalmadan Baas rejiminin
devrilmesi ise Esed sonrası Suriye’de istikrarın teminini
kolaylaştıracaktır. Baas rejiminin dış
müdahale neticesinde devrilmesi, Esed sonrası Suriye’deki yeni iktidarı mutedil
hareket etmeye teşvik edecektir. Uluslararası sistemin desteğiyle iktidara
gelen unsurlar, Suriye’de azınlık konumundaki unsurların temsilinde demokratik
normların işletilmesi yönünde irade gösterecektir.
Suriye krizinde üçüncü muhtemel senaryo, iç savaştaki
tarafların birbirine üstünlük sağlayamaması ve krizin uzamasıdır. Krizin
uzaması, Suriye’de fiili parçalanma sürecini hazırlayabilecek şartları ortaya
çıkarabilir. Suriye, Sünni çoğunluğun dâhil olduğu ayrı bir yönetim, kuzeyde
Kürt yönetimi ve batıda Lazkiye merkezli bir Nusayri yönetimi olmak üzere üç
bölgeye parçalanma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Sünni çoğunluğun
idaresinde kalacak bölgede Müslüman Kardeşler ve Selefi unsurların iktidarda
yer alabileceği tahmin edilmektedir.
Mısır’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’le Suudi Arabistan’ın
desteklediği Selefi unsurlar arasında iktidar mücadelesi de yaşanabilir. Nusayri azınlığın batıda kuracağı devlette
Nusayri-Hristiyan birlikteliği oluşması beklenebilir. Ancak böyle bir devletin
Sünni çoğunlukla mücadele etmek durumunda kalacağı, uluslararası düzeyde
tanınma sorunu yaşayabileceği ve uzun vadede ayakta kalma olasılığının düşük
olduğu değerlendirilmektedir. Suriye’nin
parçalanması ile kuzeyde ise Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesinin ortaya çıkma
ihtimali vardır. PKK terör örgütü ve PYD ekseninde kurulabilecek bir Kürt
yönetimi Türkiye’ye tehdit teşkil edebilir. Suriye’nin kuzeyi ikinci Kandil
konumuna gelebilir ve Türkiye hem Irak hem de Suriye sınırında aynı anda terörle
mücadele etmek mecburiyetinde kalabilir. Kuzeyde böyle bir devletleşme süreci
Talabani, Barzani ve PKK terör örgütü arasında da Suriye Kürtleri üzerinde
nüfuz mücadelesine yol açabilir.
Dördüncü muhtemel senaryo uzayan çatışmalara rağmen Baas rejiminin
varlığını sürdürmesidir. Baas rejimi bölgesel ölçekte İran, Irak ve
Hizbullah’tan, küresel ölçekte ise Rusya ve Çin’den aldığı destekle ayakta
kalabilir. Özgür Suriye Ordusu’na gerekli donanım ve silah sistemleri
sağlanmazsa ve uluslararası müdahale seçeneği uygulamaya dönüşmezse bu ihtimal
gerçekleşebilir. Esed rejiminin ayakta
kalması durumunda Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça problemli bir sürece
girebileceği değerlendirilebilir. Tahran-Şam-Bağdat-Hizbullah eksenindeki Şii
bloğu belirginleşebilir ve bölgede Sünni-Şii gerilimi temayüz edebilir.
Bütün senaryolar dikkate alındığında Türkiye için en uygun
hareket tarzı Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmektir. Esed
rejimine bağlı hareket eden güvenlik güçlerine karşı uluslararası bir hava
harekâtının icrası durumunda Türkiye sıcak çatışmaya girmeden harekâta lojistik
destek sağlamakla yetinmelidir. Türk diplomasisinin sıklet merkezi Suriye
halkına ulaştırılacak insani yardım olmalıdır. Türkiye daha çok Suriye’nin
yeniden yapılandırılması alanında ön plana çıkmalıdır.
Krizin geleceğine ilişkin dört muhtemel senaryo arasında
Türkiye açısından en olumsuz sonucu doğurabilecek süreçler Suriye’nin
parçalanması şeklinde öngörülen üçüncü senaryo ve Baas rejiminin ayakta kalması
olarak değerlendirilen dördüncü senaryodur. Üçüncü muhtemel senaryonun
gerçekleşmesi Orta Doğu’da Kürt meselesini bölgeselleştirebilir. Türkiye, Kürt
meselesi ve PKK terör örgütüyle mücadelede teyakkuzda kalmalı, örgütün Suriye’nin
kuzeyine yerleşmesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Gerek üçüncü gerekse
dördüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi ise Orta Doğu’da Sünni-Şii
gerilimine zemin hazırlayabilir. İran liderliğindeki Şii blok karşısında Suudi
Arabistan ve Katar öncülüğünde bir Sünni blok belirebilir. Türkiye böyle bir
durumda Sünni-Şii geriliminde taraf olmaktan kaçınmalı, Sünni blok içinde Şii
bloğa karşı bir duruş sergilemekten uzak durmalıdır.
SONUÇ
Arap uyanışı sürecinde Türkiye’nin güney sınırında ortaya
çıkan Suriye kriziyle ilgilenmesi doğaldır. Başta sığınmacılar meselesi olmak
üzere krizin doğurduğu sonuçlar Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak
etkilemektedir. Ankara’nın krizin
çözümüne yönelik irade göstermesi ve Arap devletleriyle birlikte diplomatik
girişimlerde bulunması makul bir hareket tarzıdır. Ancak Suriye krizinin
başladığı dönemden bu yana geçen zaman içinde Türkiye söylem ve eylemleriyle
çözüm sürecinin değil sorunun tarafı haline gelmiştir. Orta Doğu’da krizle birlikte belirginleşen
Şii-Sünni geriliminde Türkiye’nin Sünni blokta yer aldığı yönünde bir izlenim
ortaya çıkmıştır. Türk karar mercileri Suriye krizinin bölgesel ve küresel bir
anlaşmazlığa dönüşebileceğini öngörememiş, Esed rejiminin güçlü bir dış destek
alarak mukavemet gösterebileceğini değerlendirememiştir.
Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve
küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini
alan kriz, Orta Doğu’da İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin
öncülüğündeki Arap devletleri arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte
demokratikleşme hareketlerini destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi
otoriter yönetimleri müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür.
Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri
sonuçsuz kalmış, Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esed rejimi Rusya, Çin,
İran, Irak ve Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir.
Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece
Suriye ile sınırlı bir mesele olmadığını dikkate almalıdır. Türkiye, krize
yönelik politika geliştirirken ve uygularken Suriye üzerindeki 6 temel
parametreyi göz önünde bulundurmalıdır.
Birinci parametre Türkiye/Suriye eksenindedir.
Türkiye/Suriye
ekseninde iki ülkenin tarihi ve akrabalık bağları, komşuluk
münasebetleri,
ekonomik ilişkileri ve PKK-PYD sorunu hesaba katılmalıdır.
İkinci parametre
Türkiye/Suriye/ABD-İsrail eksenindeki siyasi ve askeri
boyuttur. ABD’nin
Orta Doğu politikasında İsrail’in güvenliğinin oldukça
önemli olduğu hatırda
tutulmalıdır.
Üçüncü parametre
Türkiye/Suriye/NATO-ABD-Fransa eksenindedir
ve siyasidir. Türkiye krizde Batılı müttefikleri ve NATO ile
eşgüdüm
sağlamalıdır.
Dördüncü parametre Türkiye/Suriye/Rusya
hattındadır. Bu parametrenin
siyasi ve güvenlik boyutları vardır.
Beşinci parametre
Türkiye/Suriye/
Birleşmiş Milletler (Rusya ve Çin) ekseninde siyasidir.
Altıncı parametre
Türkiye/Suriye/İran hattındadır ve siyasi, güvenlik ve
ekonomik boyutlar ihtiva etmektedir.
Türkiye Suriye krizindeki konumunu bu altı parametreyi
dikkate alarak belirlemelidir. Türkiye,
mevcut yeteneklerinin üzerinde sorumluluk almaktan çekinmeli, krizin
yönetiminde Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmelidir. Suriye
ile sıcak bir savaşa girmekten uzak durulmalıdır. Esed rejiminin devrilmesine
yönelik bir dış müdahale durumunda ise Türkiye harekâta sadece lojistik destek
ve insani yardım konusunda destek vermelidir.
Türkiye’deki sığınmacı sayısının artışını yavaşlatabilmek amacıyla,
Suriye toprakları içinde oluşturulacak kamplarda barınma imkânları
oluşturulabilmesi için BM’nin harekete geçirilmesine yönelik girişimler
sürdürülmelidir. Esed rejiminin elindeki
füze sistemleri ve kimyasal silahlar ile Türkiye’nin orta ve uzun menzilli hava
savunma füze sistemlerindeki hassasiyet dikkate alınarak Patriot füzelerinin
NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye’de konuşlandırılması gerekmektedir.
Türkiye’deki sığınmacıların kaldığı konteynerkent ve
çadırkentlerde güvenlik denetimi sıkı tutulmalı, kamplarda sürekli asayiş
sağlanmalıdır. Türkiye, sığınmacıların bulunduğu illerin sınırlarındaki
denetimi artırmalı, Esed rejimine bağlı istihbarat unsurlarının kamplara
girmesini engellemeye yönelik tedbirler almalıdır.
Türkiye, PKK terör örgütü ve PYD’nin Suriye’nin
kuzeydoğusundaki faaliyetlerini teyakkuzla takip etmeli ancak Suriyeli Kürtleri
karşısına almamalıdır. Ankara Suriye’nin
toprak bütünlüğü yanında Suriyeli Kürtlerin demokratik hak ve özgürlük
taleplerini ve muhalefette temsilini desteklemelidir. Türkiye, Suriyeli Kürtler
ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır.
Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesine yönelik
girişimleri desteklemeli,
Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet
Güçleri Ulusal
Koalisyonu’nun diplomatik etkinliğine katkıda bulunmalıdır.
Türkiye, kriz
sürecinde altyapı sistemleri ve kamu kurumları tahrip olan
Suriye’nin yeniden
inşasına odaklanmalı, enerjisini bu doğrultuda sarf
etmelidir.
KAYNAK :
Stratejik araştırmalar Merkezi