25 Ocak 2013 Cuma

Ömer b. Abdülaziz


           Ey insanlar! Allah'a itaat edene itaat etmek şarttır. Allah'a itaat etmeyene siz de itaat et­meyin. Bu ilkeye uyduğum sürece siz de bana uyunuz, değilse bana itaat etmeyiniz. Çünkü ben Allah'a itaat etmediğim zaman sizin üze­rinizde İtaat gibi bir yükümlülük kalmaz.

Ömer b. Abdülaziz

         Hicretin 99. yılında Süleyman b. Abdülmelik'in gizli vasiyetiyle onun yerine geçti. İktidara geldiğinde saltanatın tüm kurallarını reddetti. Kendinden evvelkiler gibi kendi hi­lafetinin de meşru olmadığına inanıyordu. Çünkü hilafete getiriliş usulü şûra ve özgür biatla değil verasetle idi.
Raşid bir halife olabilmek için kendi makamının meşruiyyetini tartışarak başladı işe. Veraset'in düpedüz saltanat demeye geldiğini o da biliyordu. Biat ve şûra gibi iki temel dayanaktan yoksundu. Halkın huzuruna çıkıp şöyle konuş­tu:

"-Daha Önce böyle bir makama getirileceğimi bilmiyor­dum. Bu iş bana verilirken kimse benim fikrimi almadı. Ger­çek bir halife olabilmem için benim bu işe talip olmam müslümanların da şura ile buna karar vermesi gerekiyor. Bu se­beple daha önceden bana yaptığınız biattan vazgeçiyorum. Siz, başınıza istediğiniz kimseyi seçmekte serbestsiniz."

Ömer b. Abdülaziz'in bu konuşmasını anlayabilmemiz için bir kaç noktayı bilmemiz gerekiyor.

Saltanatın kendisinden evvelki sahibi Süleyman b. Ab-dülmelik selefleri gibi kendisinden sonra yerine geçecek olanın adına düzenlenmiş bir vasiyet bırakmak istiyordu. Kendi kardeşini seçmek isterken polis müdürü Reca'nm tavsiyesiyle Ömer b. Abdülaziz'i onun ardından da kardeşi Ye-zid'i vasiyetnameye yazarak kapalı zarf üzerinde herkesi biata çağırır. Zarfın içerisindeki isimlerin kim olduğunu kim­se bilmemektedir; hatta isim sahipleri bile. Süleyman'ın ölü­münden sonra zarf açılır. Yeziddurumaitirazetmekistemiş-se de Reca "boynunu vururum!" tehdidiyle onu susturur. Ömer b. Abdülaziz'in halifeliği böyle başlar.

İşte saltanatın 'biat'tan anladığı budur. Ömer b. Abdüla­ziz bunun biat değil bir aldatmaca olduğunu bildiğinden hal­kın huzuruna çıkıp onlardan gerçek biat talep eder. Bu kez halk, hür iradeleriyle kendisini seçtiklerini, başka birine razı olmayacaklarını bildirirler. Çünkü o daha valiliği sırasında adil yönetimiyle halkın dilinde bir efsane olmuştur.

Halkın hür biati üzerine hilafeti kabul eden Ömer b. Ab­dülaziz onları şöyle uyarır:

"-Bu ümmetin bireyleri arasında Rableri, Nebileri ve Kitab'ları konusunda herhangi bir ihtilafları yoktur, İhtilaf­ların tümü dinar ve dirhem yüzündendir. Vallahi kanunsuz ve haksız olarak ne bir kimseye bîr kuruş veririm, ne de alı­rım. Hakkı olanın hakkını reddetmem."

"Ey insanlar! Allah'a itaat edene itaat etmek şarttır. Al­lah'a itaat etmeyene siz de itaat etmeyin. Bu ilkeye uyduğum sürece siz de bana uyunuz, değilse bana İtaat etmeyiniz. Çün­kü ben Allah'a itaat etmediğim zaman sizin üzerinizde itaat gibi bir yükümlülük kalmaz."


              Münzir b. Ubeyd diyorki: "Ömer b. Abdülaziz cuma na­mazından sonra hilafete geldi. Kısa zamanda o kadar değiş­mişi ki aynı günün ikindi vakti onu tanıyamadım."

Çocukluğu sarayda, gençliği valiliklerde geçmiş bir Emevi prensi olan Ömer b. Abdülaziz, ümmetin semasına zi­firi bir gece gibi çöreklenen 90 yıllık Emevi zulmetinin ortasında parlayan bir kaç yıldızdan biridir. Belki de, yaptıkları­nın sonuçları açısından birincisidir. Böyle bir hayatın sahibi nasıl olmuştu da îslami hareket tarihinin en çaplı devrimle­rinden birini yapabilmişti?

Onun vicdanında derin izler bırakan bir olaydan söz eder el-Bidaye sahibi:

           Velid b. Abdülmelik'in saltanat yıllarıdır. Ömer b. Ab-dülaziz Medine valisidir. Halife valiyi de atlayarak verdiği bir emirle Abdullah b. Zübeyr'in oğlu Hubeyb'e elli kırbaç vurdurur. Bununla bitmez. Ortalık kış mevsimidir. Bir yan­dan Peygamber Mescidinin kapısında teşhir edilirken bir yandan da üzerine sürekli soğuk su dökülür. Hubeyb bu iş­kenceye dayanamayıp ölür.
Kaderin cilvesine bakınız ki; bu Hubeyb kardeşi Hamza ile birlikte en zor gününde babaları Abdullah b. Zübeyr'i terkederek onun ve Allah'ın düşmanı Haccac'a sığınmışlar­dı. Onların bu tavırları şehadetin eşiğinde bekleyen babala­rının çok ağırına gitmişti. Fakat, sonunda, Emevi zulmün­den yakalarını yine kurtaramamışlaı-, korktukları şey hem de en dehşetli biçimiyle başlarına gelmişti.
Kendi sorumluluğu altındaki bir bölgede böylesine in­sanlık dışı bir cinayetin işlenmesini içine sindiremeyeıek is­tifa eden Ömer b. Abdülaziz, bu olaydan hayli etkilenmişti. Daha sonraları getirildiği görevlerde adil yönetimiyle halkın dikkatlerini üzerine çekiyor, etrafında sevilip sayılan biri haline geliyordu.

Ona tarihçilerin verdiği isimlerden biri de "Ömer-i Sani" (İkinci Ömer). Yani, bununla adalet timsali Raşid Halife Ömer b. Hattab'a benzetiliyordu. Hiç de abartma sayılma­ması gereken bu benzetme aynı zamanda irsi bir gerçekliğe de dayanıyordu. Çünkü Hz. Ömer, Ömer b. Abdülaziz'in bü-yükbabasıydı. Emevi hanedanının kanunsuz olarak elde et­tiği tüm mal varlığının hazineye iade edileceğini ilan ettiğinde Emevİ prensi Ömer b. Veîid şöyle diyordu:

"Ömer b. Hattab'm soyundan bir adamı başa getirdiniz, o da size böyle yaptı."

Zulmen alınmış malların tasfiyesine önce kendisinden başladı. "Bu benim meşru olarak elde ettiğimdir." dediği az bir miktar hariç tüm mal varlığını hazineye iade etti. İade edilen bu mallara hanımının mücevherleri de dahildi. Tasfi­ye ettiği malların oranını anlamada yardımcı olması açısın­dan bir ölçü verecek olursak, yıldakırk bin dinar gelir getiren araziye sahipken, bu miktar tasfiyeden sonra yıllık dört yüz dinara düşüyordu.

Malların tasfiyesi işlemi hanedanın eteklerini tutuştur­muştu. Hukukun üstünlüğüne dayanmayan tüm yönetimler­de olduğu gibi halkın sırtından geçinen seçkin zümre, ellerindekinden de olma tehlikesiyle karşı karşıya idi. Hanedan halifeyi bu kararından vazgeçirmek için araya halası Fatıma bint-i Mervan'ı koydu. O şöyle diyordu:

"Aile fertlerin, bu gibi davranışlarının iyi sonuçlar do­ğurmayacağım ve sana pahalıya mal olacağını hatırlatmak istiyorlar."                                             '-

Düpedüz tehdit olan bu sözler 'otlakçı takımı'nın ge­rektiğinde işi nerelere kadar vardıracağının da deliliydi. Muaviye b. Yezid bahsinde de değindiğimiz gibi, sultan sal­tanattan vazgeçmiş ama hanedan vazgeçmemişti.

Halasının ilettiği bu tehdit karşısında Ömer b. Abdüla­ziz'in tavrı daha bir tavizsizdi:

"Hesap vereceğim kıyamet gününden başka kimseden korkum yok!."

Yeğenini ikna edemeyeceğini anlayan hala, farkında olmadan saltanatın ve nübüvvetin manevi ırsiyetini ifade eden şu sözleri söylüyordu hanedana:

"Siz bu adamdan ne bekliyorsunuz? Ömerb. Hattab'ın ailesinden bir kız aldınız. Elbet bu da ana tarafına çekmiş­tir."

îbn-i Esir'in el-Kamil'inde, bu konuşma esnasında Ömerb. Abdülaziz'in halasına şunları da söylediği kaydedi­lir:

"-Allah Muhammed Aleyhisselamı gazab olarak değil rahmet olarak gönderdi. Sonra onu kendi katına aldı. Allah Rasulü insanlara bir nehir bıraktı. İnsanlar ondan eşit bir şe­kilde topluca içtiler. Sonra Ebubekir geldi ve o nehri bulduğu gibi bıraktı. Daha sonra Ömer halife seçildi ve arkadaşının yaptığı gibi yaptı. Osman halife olunca bu nehirden bir kol ayrıldı. Muaviye gelince ise bu nehirden bir değil bir çok kollar ayrıldı. O nehir Yezid, Mervan, Abdülmelik, Velid ve Süleyman tarafından da parçalanmaya ve kurutulmaya de­vam edildi. Emr (yönetim) bana ulaşıncaya kadar o Allah Rasulününbıraktığıkocanehir kurumuştu. Bu nehir eski ha­line dönüp de ayrılan kollar birleşinceye 
kadar o nehirden herkes eskisi gibi faydalanamayacaktır."

Karısı Fatıma, Ömer b. Abdülaziz'i şöyle anlatıyor: "Odasına girdiğimde çoğu zaman onu seccadesinin üzerine kapanıp ağlarken görüyordum. Bir keresinde niçin ağladığını sordum; şöyle dedi:

"-Ben Muhammed ümmetinin devlet başkanlığı gibi sorumluluk isteyen bir görevde bulunuyorum. Bu ümmet arasında aç olanı var, parasız-pulsuz olanı var, hastası, zul­me uğrayanı, yoksulu var. Haklı ya da haksız zindanda olan­lar var. Zayıfı var, ihtiyarı var. Biliyorum ki Allah hesap gü­nünde benden bütün bunların hesabını soracak. Allah Rasu­lü, ümmetinin işlerini nasıl idare ettiğimi soracak. İşte kor­kum o ki, bu dava aleyhime sonuçlanır. Buna üzülüyor, buna ağlıyorum."

Ömer b. Abdülaziz döneminde atılan Önemli adımlar dan biri de ümmetin vahdeti için yapılanlardı. O, kendisin den önceki yönetimler tarafından, saltanatın bekası için eki­len ayrılık tohumlarını kurutmaya çalıştı. Bu çalışması sıra­sında ümmet içerisinde hiziplerarası kan davasına dönüşen ömürlük kavgaları -yönetim süresince de olsa- tatlıya bağla­dı. Yukarıya alıntıladığımız konuşmasında kendisinin de belirttiği gibi, Allah Rasulü'nün parçalanan ırmağını eski haline döndürmek için çabaladı. Ne ki, bu çabanın köklü ürünlerini elde etmeye ömrü vefa göstermedi.

Ömer b. Abdülaziz'in selef içerisindeki gurupîaşmaya bakışı net ve itidalliydi. Hilafetteki rüştünü ispatlayan bu gü­zide insan ümmetin vahdeti için Allah, Peygamber ve Kitab birliğini yeterli buluyordu. Bundan gerisini ise "dinar ve dirhem ayrılığı" olarak niteliyor, kökeninde dünyevi menfaat, makam ve mevki hırsının yattığını söylüyordu.

Vahdet için attığı ilk adım, Muaviye'nin koyduğu saha­beye hakaret etme geleneğini ortadan kaldırıp yerine güzel bir geleneği ikame etmesiydi. Onun koyduğü-bu güzel gele­nek, vahdet konusundaki samimiyetinin bir nişanesi olarak bugün de davam etmektedir.

Ehl-i beyt ve onların taraftarlarına yapılan haksızlıkla­ra son verdi. Şiadan ehil gördüklerine yöneticilik verdi. Emevi hanedanı arasında yağmalanan Rasulullah'ın şahsi arazisi Fedek'i ehl-i beyte iade etti.

Ehl-i beyt ve şia Ömer b. Abdülaziz'in bu uygulamala­rından Öylesine hoşnud olmuşlardı ki ona beklenen Mehdi gözüyle bakıyorlardı. Bu konudaki birçok rivayetten bir ta­nesi şöyle:

"Muhammed b. Ali'den işittim. Diyordu ki: Peygamber bizden, Mehdi Abdüşşems oğullarından geldi. Biz (ehl-i beyt ve şia) Ömer b. Abdülaziz'i öyle görüyoruz.'"

Hz. Ali'nin kızı Fatıma da onu şöyle anlatıyor:

"Ömer'in Medine valisi olduğu günlerdeydi, izin iste­yip yanına girdim. Muhafızlara varana dek odadaki herkesi çıkardı. Bir o bir ben kalmıştık. Sonra dedi ki:

"-Ey Ali'nin kızı! Vallahi yeryüzünde senin ehl-i beyti­ni sevdiğim kadar kendi ehl-i beytimi sevmem."

Onun hilafeti döneminde zulümden kurtulan ve hoşnut edilen kesim yalnız ehl-i beyt ve onların şiası değildi. Mute­zile ve Hariciler de onun adil yönetiminden haklarına düşen payı almışlardı.

Mutezile imamlarından Gaylan Dımeşki Ömer b. Ab-dülaziz'le kimi konuları görüşmek istemiş, o da bunu kabul etmişti. Görüşme sonunda mutabakata vardılar ve Gaylan ondan bir istekte bulundu. 

Diyordu ki: "Beni,Ümeyyeoğullarının gasbettiği ve senin geri aldığın kamu mallarının satışı­na memur et." Halife bu talebi kabul etti. Gaylan başkentin en işlek çarşısında bu malları hazine adına satarken şöyle bağı­rıyordu:

"Gelin! Hainlerin, zalimlerin gasbettiği mallara gelin! Gelin! Allah Rasulü'nün ümmetine varis olan, lakin onun siret ve sünnetine varis olmayanların malına gelin. Kim iddia edebilir bunların hidayet önderleri olduğunu? Onlar bunları yerken, insanlar açlıktan Ölüyordu."

Ömer b. Abdülaziz'in vefatından sonra onu destekleyen tüm Tevhid ve Adalet Ehli (Mutezile) öldürüldü ya da zin­danlara dolduruldu. Gaylan Dımeşki'nin akıbeti ise daha korkunç olmuştu. Önce dilini kestiler, ardından birer birer diğer organlarını kestiler ve öylece ölüme terkettiler.

Haricilere gelince... Ömer b.Abdülaziz kendisine karşı ayaklanan haricilerin üzerine gönderdiği ordu yenilince on­ları anlaşmaya davet etti. Dedi ki:

"-Niçin anarşi çıkarıyorsunuz? Konuşacak bir fikriniz
varsa gelin karşılıklı konuşup, tartışalım. Hakikat sizden ya­naysa fikirlerinizi kabul edeceğim. Yok eğer hakikat benden yanaysa böylesine davranışlardan vazgeçmeniz gerekir."

Selef döneminin bu en katı düşünceli insanları onun bu tavrı karşısında yumuşadılar. Onun, kendinden öncekilere benzemediğini gördüler. Hatta kendinden önceki yöneticile­rin yaptıklarını 'zulüm' olarak değerlendirdiğine şahid oldu­lar. Söyleyecek başka bir şeyleri kalmayınca Emevi sultan­larına niçin lanet etmediğini sordular. Onun cevabı şuydu:

"Onları kınamak için yaptıklarına zulüm dememiz yet­miyor mu? Bunun üzerine bir de lanet etmenin ne anlamı var? Siz Firavun'a kaç kez lanet ettiniz?"

Hariciler son olarak bir konuyu gündeme getirdiler; hi­lafette veraset konusunu... Kendisinden sonra hilafete gele­cek olan Yezid b. Abdülmelik'in zalim ve fasık biri olduğu bilindiği halde buna nasıl razı olduğunu soruyorlardı. Onu kendisinin değil Süleyman b. Abdülmelik'in vasiyet ettiğini hatırlatınca da şöyle karşılık verdiler:

"Yezid'i senden sonraki halife ilan edip ona biat alan Süleyman b. Abdülmelik'in doğru bir iş yaptığına inanıyor musun?"

Bu soruya cevap bulamayan Ömer b. Abdülaziz oturu­mu terkederken hüzünlü bir şekilde şunları söylüyordu:

"Yezid konusu beni hayli düşündürüyor. Bu adamların makul sözlerine cevap bulamadım. Allah bu konuda beni af­fetsin."

Ömer b. Abdülaziz Hariciler'le yaptığı bu görüşmeden sonra, muhtemelen, ciddi olarak sorgulamaya başladığı sis­temin temellerini nebevi hilafete dönüştürmek istiyordu. Hanedan, özellikle kendisinden sonra vasiyetle hilafete gel­mesi kararlaştırılmış olan Yezid telaşa kapılmıştı.

Bu konuşma üzerinden çok geçmeden Ömer b. Abdüla­ziz zehirlenerek Öldürülecektir.
Ölümünde başucunda bulunan Mürsid anlatıyor: 

"Benim dışarı çıkmamı söyledi. Ben çıkarken şu ayeti okuyordu: "İşte ahiretyurdu! Onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk etmek istemeyenlere veririz!1 Geriye döndü­ğümde kıbleye dönmüş bir halde ruhunu teslim etmişti."



KAYNAK
__________________________

-İbn-i Kesir, el-Bidaye, 1X1221.

-İbn-i Sa'd, Tabakat, V/34L

-lbn-i Kesir, el-Bidaye, 1X1221-227; İbnü'l-Esiv, İV 1327-331.

-A. g. e., IVI330; îbn-i Kesir, el-Bidayc, 1X1209.

-İbn-i Sa'â, Tabakat, VI333,334.

-Taberi, Tarih, VI/573. 108

-İmamalar ve Sultanlar, Mustafa İsmailoğlu, Denge Yayınları, 1/ 100-108.