28 Aralık 2012 Cuma

Süt skandalının Arka yüzü





“Ünlü bir kapitalist eğitimci, gerçeği şöyle dile getiriyor: “Geri ülkelerde ekonomik, sosyal ve politik ortamı istenilen yönde değiştirebilmek için kendilerinden yana 200 bilim adamının(!) hizmete sokulmasının yeterli olur.”
 Ne yazık ki bu ülkelerde bilim adamına duyulan saygı ve inanç; 200 kişi ile çoğunluğun kanılarının değiştirilmesi ve aldatılması için çok zaman yeterli olur.
 Kapitalizm bu inanç içinde, bilim adamlarına para kazanmanın tadını tattırmayı gerekli görmüş ve geri ülkelerin çoğunda, sermayenin kurup işleteceği özel yüksek okulların kurulması yoluna girilmiştir. Böylece özerk üniversitelerde düşük ücretlerle çalıştırılan öğretim üyeleri sermaye çevreleri ile maddi ilişkiler kurar.
 Patrona uymanın ve dediklerini yapmanın kendisine kazandırdıklarını bizzat görerek ve inanarak onun adamı olur. Sermaye, bilim adamlarına ödediği ücreti, halk çocuklarının sırtından tahsil etmeyi ve öğrenimi bir tüketim haline getirerek, bundan bir de kâr sağlamayı bilmektedir. Bu suretle bu ülkelerde bilim; sermayenin emri altında ve onun egemenliğini sürdürmede kullanılan bir araç haline geliyor. Bilimin bu amaçla kullanılması yüz kızartıcı bir gelişmedir.
 Sermaye bunu sağlamak için gerekiyorsa yabancı sermaye ve bu sermayenin temsilcisi ülkelerin fonlarından, mali ve teknik yardımlardan da yararlanmayı bilmektedir.
 Hem kendi kültürünü yaymak ve hem de korku toplumlarındaki korkuları sürdürürken, bir taraftan da sömürüye elverişli bir ortam hazırlamak için bilim adamlarını şartlandırmanın şart olduğunu iyi bilen kapitalist ve emperyalist ülkeler, çeşitli kombinezonlar içinde bu girişimlere omuz verirler.
 Bilimi ve bilim adamını tamamen yozlaştıran bu kabil çalışmalar için, ABD’nin Rockefeller Foundation ismi altında faaliyet gösteren vakfını örnek verebiliriz. Bu kuruluş dünyanın bütün korku toplumlarında eğitim düzenini etkilerken, açlık korkusunun ayakta tutulmasına özellikle dikkat etmekte ve bu amaçla avuç dolusu para harcamaktadır.
 Rockefeller Vakfı ile birlikte Ford Vakfı ve AID Kuruluşu, geri ülkelerde müşterek hareket ederler. Bunların çabaları birleşince, bilim adamları, kapitalist ülkenin yaymaya çalıştığı açlık korkusunun yatağı haline gelir ve bu sayede ABD’nin üretim artıkları, bu korku toplumlarına akmaya başlar.
 Miadı geçmiş yavan süttozu bir kilise kuruluşu olan CARE teşkilatı aracılığı ile geri ülkelerin ilkokul çağındaki masum yavrucuklarına yedirilmeye başlanır. Çocuklar mutlu olmayı öğrenmeden, toplumlarının aç ve Amerika’ya muhtaç bir toplum olduklarını öğrenirler.
Bu, gelecek kuşaklarda da şartlanma yaratılması ve açlık korkusunun onların kafasına yerleştirilmesi için bilhassa önemlidir.
 İşçiler ve fakir halk tabakaları kullanılmaz hale gelmiş olan üretim artıkları ile beslenmeye ve başkasının yardımına muhtaç kalmış bir insanın duyduğu acz içine iteklenmeye başlanır.
 Üniversitelerde gerçekleştirilen korku ortamı buradan halk tabakaları arasına yayılır. Yardımların sağlanması ve üretim artıkları ile gübre, tarım ilacı, tarım araçları maddelerinin sağlanmasında, AID ile Birleşmiş Milletler’in iyi niyetle kurulmuş teknik organizasyonları gibi görünen FAO – UNICEF ve benzeri kuruluşlar aracılık ederler.
 Türk ilkokul öğrencileri 15 yıla yaklaşık bir zamandan beri, Amerikalıların üretim artığı, yavan süttozu, kurtlanmış unları ve hatta insan yiyeceği olmaktan çok hayvan yemi olarak tanımlanan pamuk çekirdeği küspesi, soya küspesi gibi yiyeceklerle besleniyorlar.
 Bir zamanlar insancıl bir yardım zannettiğimiz bu girişimlerin tabanında yatan kötü niyeti sezdikten sonra, yavan süttozu yardımına milletçe karşı çıktık. Öğretmen çoğunluğunun, bilim adamlarının bu konuda söyleyip yazdıkları, iktidar ile şartlandırılmış bilim adamlarımızı etkilememiş ve Müslüman bir toplum olan Türk halkı, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir Kilise teşkilatı olarak bilinen CARE’in sağladığı bozuk süt tozlarını çocuklarımıza içirmeye devam etmiştir.
 Bir süre önce Ege bölgesinde yüzlerce yavrumuzun bu süttozundan zehirlenmiş ve öğretmen kuruluşlarının ilgili bakanlıklara başvurarak uygulamanın durdurulmasını istemiş olmaları, açlıkla korkutulmuş iktidar ile şartlandırılmış bilim adamlarını gerçeği inkâr etmekten geri koymamıştır.
 Bir bilim adamı gurubunun bölgede yaptığı incelemeden sonra, “zehirlenmelerin süttozunun bozuk oluşundan değil de, çilekeş Türk öğretmeninin süttozundan süt hazırlarken yaptığı hatalardan dolayı ortaya çıktığı şeklinde bir dedikodu yayılmış” ve daha sonra da yeniden uygulamaya geçilmişti.
Bu arada bozuk süt tozları el altından imha edilmiş veya gizlice toplatılmıştır. Gazetelerde bunların insan yiyeceği olarak kullanılmalarının sakıncalı olduğunu gösteren haberler çıkmaktadır.
 Bu olay, Türkiye’ye gönderilen süt tozlarının kalitesi hakkında bir fikir verebilmektedir. Masum Türk yavrularını zehirleyen bunlardan farksız süt tozları için bir devrede bazı bilim adamları, bunların yenebileceğine dair rapor düzenlerken gözlerini bile kırpmadılar.
 Bunlardan bazıları geri ülkelerde çok rastlanan şartlandırılmış ve gerçeği söyleme niteliğini yitirmiş bilim adamlarıydı. Korku toplumların da, bu nitelikte bilim adamları bulundurabilmek için üniversitelerin ve tüm bilim kuruluşlarının şartlandırılması zorunlu hâle geliyor.
Kapıyı kapatınca bacadan girerek bildiğini gerçekleştirmeye çalışan emperyalist geri ülkenin yöneticileri ile bilim adamları arasından yeni müttefikler bularak, korku toplumuna artıklarını ve bozuk yiyecekleri sokarak masum insanlara yedirmeyi başarıyor, öğrencilerin zehirlenmesi, halkın ve öğrenci kuruluşlarının direnmesi ve haysiyetli bilim adamlarının açıklamalarına rağmen, ülkenin bir yanında Amerikan süttozu ile unları gübre olarak değerlendirilirken, gazetelerde yeni havadisler okuyoruz…” (s. 187-188)
 SÜT DAĞITIMI NEREDEN ÇIKTI?
 Süt dağıtımı için geçtiğimiz yıl Ankara’da bir toplantı gerçekleştiriliyor. Toplantıya kamu, özel sektör temsilcileri ve ‘Süt Konseyi’ adlı kerameti kendinden menkul ticari yapının başkanı da katılıyor.
 Toplantıda sorun çıkınca, programı yöneten genel müdür çocuğunun rahatsızlığını bahane ederek toplantıyı terk ediyor. Süt dağıtımına itiraz eden bazı bürokratlar, dış görevlere gönderilerek uzaklaştırılıyorlar. Projenin yanlışlığı ve rakamların şişirilmesine itiraz eden özel sektör katılımcıları da süreçten el çektiriliyor. Sonra çok başlı süreç başlıyor.
Hepsi Süt Konseyi üyesi olan süt sektörünün tekelleri arasında ülke paylaştırılıyor. Benzer fiyatlarla ihale yapılıyor. Litresi 70 kuruştan alınan sütlerin, 200 ml’si 54 kuruştan yani litresi 2,7 liradan devlete satılıyor. Oysa aynı firmalar halen bir litre sütü 1,5-3 liraya perakende satıyorlar.
Bu hesap işin basit kısmı. İddialar odur ki; bunların en azından bir bölümü süt değil, süt tozundan yapılmış sözde sütler. Denilebilir ki, süt tozu ithalatı yasak, süt tozu nereden gelecek? Merak etmeyin! Patronlar bu işin kılıfını bulmuşlar. Gümrük duvarları hemen her ülkede sadece fakir fukara ya da KOBİ’ler için vardır. Diğerleri için duvarlar kırmızı halıya dönüşüverir.
TÜİK’in verilerine göre; Türkiye 2011 yılında 105.212.176 dolarlık süt ürünleri ithalatı yapmış.
 2001-2011   SÜT ÜRÜNLERİ İTHALATI / (milyon dolar)
2011      /105.212
2010      / 128.277
2009      / 117.049
2008      / 127.031
2007      / 110.655
2006      / 77.967
2005      / 75.787
2004      / 68.776
2003      / 52.343
2002      / 37.271
2001      / 21.726
Süt dağıtımındaki sorunlar sırasında valilerin ve bakanların yangından mal kaçırırcasına yaptıkları açıklamalarının, güvensizliği artırdığından şüphe yok.
Oysa onlardan ve hassaten Başbakanımızdan beklenen, tartışmaya, ‘bizim yaptığımız her şey doğrudur’ gibi bir ön yargı yerine, daha sağduyulu bir yaklaşımdı. Oysa her zaman olduğu gibi fatura sessiz yığınlara, masumlara ve çocuklara kesildi.
 Bir annenin ekranlara yansıyan “ben doğduğu günden bu yana çocuğuma süt içiriyorum. Bugüne kadar benim içirdiğim sütler neden dokunmadı da sizin verdiğiniz süt dokundu. Benim çocuğumda süt alerjisi yok” çığlığını görmek istemeyen devlet; görmedi, duymadı.
 Bir devletin çocuklara besleyici ürünler dağıtmasına itiraz etmek elbette iyi niyetle bağdaşmaz. İtirazların bir bölümü, sadece Ak Parti iktidarını yıpratmak amaçlı olabilir. Öte yandan UHT süt denilen sağlıksız ürün yasal olabilir ama meşru olduğu söylenemez.
 Bu konuda görüştüğüm hiçbir aklıselim hoca ve bağımsız kaynak, UHT’nin yararlı olduğunu söylemiyor. UHT’nin yararından söz edenler geçtiğimiz hafta, UHT tekniğinin sahibi “Tetra Pak” firmasının beleş tatiline katılan sözde uzman, mühendis ve akademisyenler. Onlarında bir gün vicdanlarını dinleyeceklerini ümit etmekten başka şimdilik yapacak bir şey yok.
 Allah Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir yiyecek yediğinde “Allah’ım! Bize bunun daha iyisini lütfet”buyururken, süt söz konusu olduğunda, sütün önemini vurgulamak için “Allah’ım! Bize bu nimetin bereketini artır!” buyurduklarını görürüz.
Ancak o süt, bugünkü süt değil. Efendimiz aleyhissalatu vesselam, o sütün ne olduğunu şöyle tavsif ediyor: “Zira o, sütünü her bitkiden otlayarak yapar ve onda şifa vardır”
 Bugünkü sütlere bakacak olursak;
 Bir: Bugünkü inekler her bitkiden yemiyorlar. Onlar mısır, soya gibi GDO’lu bitkiler ile fıtratlarına uygun olmayan kemik, et, kan gibi hayvansal atıkları ile antibiyotik yemeye mahkûm edilmiş biçareler…
İki: Bugünkü hayvanlar süt makinesine çevrilmek için genetiğiyle oynanmış canlılar…
 Üç: Bugünün hayvanları özgürlüklerini yitirmiş, her türlü haktan mahrum köleleştirilmiş yaratıklar…
 Dört: Bugünün sütü, pastörize ve UHT gibi tehlikeli endüstriyel işlemlerle besin değerleri sıfırlanan kimyasallardır.

OKULLARDA NE DAĞITILMALI?

Okullarda süt dağıtılmasa bile, çocuklara okul kantinlerinden çoğunluğu alerjen ve kanserojen kimyasallardan oluşan UHT edilmiş sözde meyve suları ve sözde sütler zaten satılıyor. Hatta ailelerde bunları çocuklarına içiriyor. Ha devlet üretimine izin verip tüketilmesini sağlamış, ha dağıtmış ne fark eder?
 Zaten bilinçli aileler çocuklarına hem ücretsiz dağıtılan, hem de piyasada satılanları zaten içirmezler. Geriye tek sorun; benim vergilerimin sağlıksız ürünlere heba edilmesi, 8 sütçünün cebine aktarılması. Bu sütlerden, süt üreticisi insanların kazanç elde edeceğini düşünen varsa yanılıyor. Kimilerine, Süt Üreticileri Birliği’nin bu projede yer alması garip gelmiş. Onlara, Osman Nuri Koçtürk’ten alıntılanan bölümü bir kez daha okumalarını öneririm.
Ne dağıtmalı meselesine gelince; şayet Başbakanımıza bu konuda bilgi verip ikna edenler samimi olsalardı, kendilerine alternatifler sunarlardı. Sunmadıklarını nereden mi biliyorum? Neredeyse sürecin tüm detaylarına vâkıfımdan ondan.
Oysa çocuklarını düşünen devlet, önce bir grup doğru beslenme öğretmeni yetiştirir, ardından beslenme dersi koyardı. Sonra da zengin fakir ayırımı yapmadan sağlıklı bir nesil yetişmesi için; çocuklara her gün tam buğday unu ile sızma zeytinyağı, zeytin, yumurta, süt, yoğurt çörekotu, tarçın, badem, ceviz, fındık vb besinlerle zenginleştirilmiş çörekler yaptırıp, derste hem bunları anlatır, hem de bunları yedirtirdi.
 Bu kadarını yapamıyorsa da fındık, ceviz, badem, hurma, kuru üzüm, kuru incir, mevsimine göre portakal, elma, mandalina, incir, muz gibi meyveleri dağıtırdı.
 İlaç firmalarına her yıl 20 milyar dolara yakın ilaç, bir o kadarda tıbbı malzeme parası vermektense, çocuklarınıza bu besinler için birkaç milyar dolar ayırmak çok mu zor yoksa?
Bu soruyu, önyargılarla bezenmiş bakanlara iletmenin yararsız olduğunu biliyorum, ama Sayın Başbakanımız ve Sayın Cumhurbaşkanımız ile halkın yararına muhalefet etmeyi bir türlü beceremeyen muhalefetimize belki birileri iletir.
 Bizim ailenin çocukları bu sütleri içmiyor. Oyunu bozmak için belki sizler de içmezsiniz.




Kemal Özer

1968‘de Konya / Bozkır / Armutlu Köyü’nde doğdu.Muhabir ve haber müdürü olarak medyada çalıştı.
Bilişim sektöründe yöneticilik yaptı.Farklı sivil örgütlerde çeşitli görevlerde bulundu. 2008 yılında arkadaşlarıyla birlikte Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’ni kurdu ve hâlen başkanlığını yürütüyor. Çeşitli dergi, gazete ve haber sitelerinde yazdı. 2010 yılında Medya Etik Konseyi tarafından ‘Medya Etik Ödülü’ne lâyık görüldü. Yurt içi, yurt dışında çok sayıda konferans verdi, panel ve sempozyumlarda tebliğler sundu…
E s e r l e r i :
‘Deccal Tabakta’ / 2010 / Hayy Kitap
‘Şeytan Ye Diyor! İnsan Ne Yemeli Ne Yememeli?’ / 2011 / HayyKitap


31 Ekim 2012 Çarşamba

ZAMAN YOLCULUĞU MÜMKÜN MÜDÜR?






Merhaba!
Ben Stephen Hawking




                Fizikçi, kozmolog ve bir hayalperest. Her ne kadar, hareket edemiyor ve bir bilgisayar yardımıyla konuşmak zorunda olsam da zihnimde, özgürüm Kâinatı keşfetmekte ve önemli sorular sormakta özgürüm Mesela, zaman yolculuğu mümkün müdür?
Geçmişe bir kapı açabilir miyiz ya da geleceğe bir kestirme yol bulabilir miyiz?
Zamanın kendisinin efendileri olmak için nihayetinde doğa kanunlarını kullanabilir miyiz



Bir göz atın. Zamanda yolculuk, bir zamanlar sapkın bilimsel bir düşünce olarak düşünülüyordu. Bir çatlak damgası yemek korkusuyla bu konuda konuşmaktan kaçınırdım

               Ama bu günlerde, o kadar ihtiyatlı değilim. Aslında Stonehenge'leri yapan insanlar gibiyim. Kafayı zamanla bozdum Bir zaman makinem olsaydı, Marilyn Monroe'yu hayatının baharında ziyaret ederdim ya da teleskopunu gökyüzüne dikmişken Galileo'ya uğrardım Belki hatta evrenin sonuna giderdim Tüm kozmik hikâyemizin nasıl başladığını öğrenmek ve bunun nasıl mümkün Olabileceğini görmek için zamana fizikçilerin baktığı gibi bakmamız gerekiyor
Dördüncü boyut olarak. Söylenildiği kadar zor değil

               Tüm fiziksel nesneler hatta ben ve sandalyem bile, üç boyutlu olarak vardır. HER ŞEYİN BİR GENİŞLİĞİ, YÜKSEKLİĞİ VE BİR UZUNLUĞU VARDIR. AMA BAŞKA BİR TÜR UZUNLUK DAHA VARDIR: ZAMANDA UZUNLUK

                Bir insan 80 yıl hayatta kalabilirken bu taşlar daha uzun bir süre var olabilir Binlerce yıl. Ve güneş sistemi milyarlarca yıl var olup gidecek Her şeyin zamanda olduğu kadar uzayda da bir ömrü vardır. Zamanda yolculuk, bu dördüncü boyutta yolculuk etmek anlamına gelir. Bunun ne anlama geldiğini görmek için her gün yaptığımız yolculuklara bunu bir parça hissetmek için çıkalım. Hızlı bir araba bunu biraz daha eğlenceli hale getirir. Düz bir hatta sürüyorsanız bir boyutta seyahat ediyorsunuzdur. Sağ ya da sola dönerseniz ikinci bir boyut eklemiş olursunuz. Dolambaçlı bir dağ yolunda aşağı yukarı giderseniz böylece yükseklik de eklenmiş olur. Böylece üç boyutun her birinde yolculuk etmiş olursunuz



Peki nasıl olur da zamanda yolculuk yaparız?

Dördüncü boyuta bir yol nasıl bulabiliriz?



            Bir dakikalığına bilim kurguya göz atalım. Zaman yolculuğu filmlerinde sık sık muazzam bir enerjiye aç bir makine kullanılır. Makine dördüncü boyuta bir yol açar. Zamanda bir tünel. Bir zaman yolcusu, cesur belki de deli cesareti olan bir birey, her şeye hazırlıklı olarak zaman tüneline adımını atar ve kim bilir ne zaman tekrar ortaya çıkacak. Bu düşünce imkânsız gibi gelebilir ve gerçek bundan daha farklı olabilir Ama düşüncenin kendisi o kadar çılgınca değil

           Fizikçiler zamandaki tüneller hakkında uzun süredir düşünüyordu. Ama biz bunu farklı bir açıdan ele aldık. Doğa kanunları çerçevesinde, kapıların acaba geçmişe ya da geleceğe açılabileceğini merak ediyoruz. Öyle görünüyor ki, sanırız açılabilirler Dahası, onlara bir isim bile verdik:


SOLUCAN DELİKLERİ

           Gerçek o ki, solucan delikler etrafımızı sarmış durumda Ancak onlar görünemeyecek kadar küçüktür. Solucan delikler çok küçüktür. Zaman ve mekânda kuytu yerlerde ve çatlaklarda oluşurlar. Bu düşünceyi çılgınca bulabilirsiniz. Ama beni takip edin. Hiçbir şey düz ya da katı değildir. Bir şeye yakından çok dikkatlice bakarsanız üzerinde delikler ve kırışıklıklar bulursunuz. Bu temel bir fiziksel prensiptir. Üstelik zaman için de geçerlidir. Örneğin şu bilardo masasına bakın. Yüzey düz ve pürüzsüz görünüyor. Ama yakından, olduğundan çok farklıdır. Boşluk ve deliklerle dolu Bir bilardo topu kadar pürüzsüz bir şeyin bile minik yarıkları, çıkıntıları ve boşlukları vardır Bunun ilk üç boyut için, doğru olduğunu görmek kolay. Ama bana güvenin. Bu dördüncü boyut için de aynı zamanda doğrudur. Zamanda minik yarıklar, çıkıntılar ve boşluklar vardır. En küçük ölçeğe indirgendiğinde, moleküllerden ve hatta atomlardan bile küçük olduğunda, kuantum köpüğü adını verdiğimiz bir yere ulaşıyoruz. Solucan deliklerinin var olduğu yer de burasıdır. Zaman ve mekânda minik tüneller ya da kestirmeler, bu kuantum dünyasında sürekli olarak oluşur, kaybolur ve yeniden şekillenir. Ve aslında, iki farklı zamandaki iki farklı yeri birbirine bağlar Maalesef bu gerçek yaşam zaman tünelleri, bir santimetrenin bir milyarda, bir trilyonda biri kadardır. Bir insanın içinden geçemeyeceği kadar küçük bir geçittirler.(Ruh ve nefis geçebilir) Ama solucan deliği zaman makinelerinin devreye girdiği yer de burasıdır. Bazı bilim adamları, bir tanesini yakalayıp bir insanın hatta bir uzay gemisinin bile girebileceği kadar büyük bir tane yapıp, onu milyonlarca kez büyütebileceğini düşünüyor. Yeterince güç ve ileri teknoloji olursa, belki devasa bir solucan deliği uzayda inşa edilebilir. Yapılabilir demiyorum ama yapılırsa şayet, gerçekten takdire şayan bir araç olurdu. Bir ucu burada Dünya'nın yanında, diğer ucu ise çok çok uzaklarda ücra bir gezegenin yanında olabilir. Teorik olarak bir solucan deliği daha fazlasını bile yapabilir. Eğer iki uç aynı yerde olsa ve uzaklık yerine zaman tarafından ayrı olsalar, bir gemi uzak bir geçmişte, Dünya'ya yakın bir yerden içeri girebilir ve çıkabilir. Belki dinozorlar iniş yapacak gemiye şahitlik edebilirdi. Hayır, dördüncü boyutta düşünmenin kolay olmadığının ve solucan deliklerinin kafanızı karıştıran aldatıcı bir düşünce olduğunun farkındayım. Ama orada durun. Solucan deliği içinde bir zaman yolculuğunun şimdi ya da gelecekte mümkün olup olamayacağını gözler önüne serecek, basit bir deney düşündüm. Basit deneyleri ve şampanyayı severim. Bu yüzden sevdiğim her iki şeyi gelecekten geçmişe zaman yolculuğunun mümkün olup olmadığını göstermek için birleştirdim. Bir parti veriyorum. Geleceğin zaman yolcuları için bir hoş geldiniz resepsiyonu. Ama bir hile var. Parti gerçekleşene kadar, bunu kimseye söylemeyeceğim. Davetiye burada. Zaman ve mekândaki tam koordinatlar içinde. Umuyorum ki, bunun bir parçası şu ya da bu şekilde, binlerce yıl yok olmayacak. Belki bir gün gelecekte yayaşayan biri,bu bilgileri bulacak ve partime gelmek için bir solucan deliği makinesi kullanacak. Tabii ki zamanda yolculuk bir gün mümkün olursa. .Zaman yolcusu misafirlerim her an gelebilir.
5-4-3-2-…

Çok yazık. Kaçırılmış bir geleceğin kapıdan içeri adım atacağını umuyordum. Peki deney neden işe yaramadı?

Sanırım geçmişe yapılan zaman yolculuklarında en iyi bilinen problemlerden biri yüzünden olmuş olabilir


PARADOKS PROBLEMİ



                    Paradoksları düşünmek eğlencelidir. En ünlüsü genellikle büyük baba paradoksu isimli olanıdır. Benim çılgın bilim adamı paradoksu adını verdiğim daha basit ve yeni bir versiyonu var. Filmlerde, bilim adamlarının çılgın olarak tasvir edilmesinden hoşlanmıyorum. Ama bu durum için, doğru bir tabir. Bu genç adam hayatı pahasına bile olsa bir paradoks yaratmaya kararlı. Bir şekilde, bir dakikalığına geçmişe uzanan bir tünel inşa ettiğimizi hayal edin. Öyle olamayacağına rağmen bir dakikalık bir zaman yolculuğu bile büyük bir soruna yol açabilir. Bir solucan deliğinden, bilim adamı kendini bir dakika önceki haliyle görebilir Peki ya bilim adamımız solucan deliğini kullanarak önceki kendisini vursa ne olur?


O artık öldü Tabancını birleştiremeden bile vurularak öldürüldü O halde, silahı kim ateşledi?

              Bu bir paradokstur. Hiç mantıklı değil. Kozmologlara kâbuslar gördüren bir tür durum bu. Böyle bir zaman makinesi, tüm evreni yöneten ana kurallardan birini çiğnemiş olurdu. Sebepler sonuçlardan önce olur. Ve diğer bir şekilde bu asla olmaz. Nesnelerin kendilerini imkânsız yapacağına inanmıyorum. Öyle olsalardı, o zaman tüm evrenin bir kaosa sürüklenmesini durduracak hiçbir şey bulunamazdı. Bu yüzden, bu paradoksu önleyecek bir şeyin her zaman gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bilim adamımızın kendisini vuracağı bir durumda, neden bulamayacağının bir şekilde bir sebebi olmalı. Ve bu durumda üzülerek söylemeliyim ki, problem, solucan deliğinin kendisidir.

            Nihayetinde, düşünüyorum da bunun gibi bir solucan deliği var olamaz Bunun sebebi ise geri beslemedir Bir rock grubunda bulunduysanız eğer, muhtemelen şu tiz sesini hemen tanıyacaksınız. Bu geri beslemedir. Buna sebep olan şey basittir Ses mikrofondan girer, tellerden aktarılır, yükseltici tarafından ses arttırılır ve hoparlörlerden çıkar. Ama hoparlörlerdeki çok fazla ses mikrofona geri giderse, bir döngü içinde her seferinde daha da artarak gider.

          Eğer bunu kimse durdurmazsa, geri besleme, ses sistemini yok edebilir. Sanırım aynı şey solucan deliklerinin de başına gelecek. Yalnız ses yerine radyasyon olacak. Solucan deliği genişler genişlemez, doğal ışıma içine girecek ve bir döngüyle sonuçlanacak

          Geri besleme o kadar güçlü olacak ki, solucan deliğini yok edecek Bu yüzden, minik solucan delikleri olmasına rağmen ve bir gün birini genişletmenin mümkün olabileceğine rağmen, bir zaman makinesi gibi kullanılacak kadar uzun kalamayacak Partiye kimsenin gelmemesinin sebebi de budur. Aslında, solucan delikleri ya da başka metotlar aracılığıyla geçmişe yapılacak her türlü zaman yolculuğun muhtemelen olanaksız olduğunu düşünüyorum. Yoksa, paradokslar oluşurdu. BU YÜZDEN, ÜZÜLEREK SÖYLEMELİYİM Kİ, GEÇMİŞE ZAMAN YOLCULUĞU HİÇBİR ZAMAN OLMAYACAK GİBİ GÖRÜNÜYOR.



          Dinozor avcıları için bir hayal kırıklığı ve tarihçiler için bir rahatlama. Ama hikâye henüz bitmedi. Bu, tüm zaman yolculuklarını imkânsız kılmıyor. Zamanda yolculuğa inanıyorum; geleceğe yolculuğa. Zaman bir nehir gibi akar Ve sanki hepimiz acımasızca zamanın akışı tarafından sürükleniyoruz Ancak zaman başka bir şekilde akan bir nehir gibidir Farklı yerlerde farklı hızlarda akar Ve işte bu geleceğe yolculuğun anahtarıdır. Fikir 100 yıl önce.. Albert Einstein tarafından ortaya atıldı. O, zamanın yavaşladığı ve zamanın hızlandığı yerlerin olması gerektiğinin farkına vardı. Kesinlikle haklıydı; delil ise başımın hemen üzerinde uzaydaydı. Bu, küresel konumla sistemi ya da GPS'tir Dünya'nın çevresinde yörüngedeki 31 uyduluk bir iletişim ağı. Uydular, uydu navigasyonunu mümkün kılar. Ancak bir şeyi daha ortaya çıkarırlar ki o da zaman burada Dünya'dakinden daha hızlı akar Her bir uzay aracının içinde çok hassas bir saat vardır Ancak bu kadar hassas olmalarına rağmen her gün saniyenin 300 milyonda biri kadar bir fark oluşur. Sürüklenme için sistemin doğru olması gerekir. Yoksa, bu küçücük farklılık tüm sistemi bozarak yeryüzündeki her gps cihazının günde 10 km. kadar kaymasına neden olurdu Bunun oluşturacağı hasarı hayal edebilirsiniz Sorun saatlerde değil. Burada daha hızlıdırlar, çünkü zamanın kendisi aşağıdakinden daha hızlı akar Bu olağanüstü etkinin nedeni ise Yeryüzü'nün kütlesidir Einstein maddenin zamanda sürüklendiğinin, bir nehrin yavaş yeri gibi yavaşladığının farkına vardı

          Nesne ne kadar ağırsa, zamanda o kadar fazla sürüklenir Ve bu ürkütücü gerçeklik geleceğe yapılabilecek zaman yolculuğunun ihtimaline bir kapı açar. Bunun anlaşılması zor bir düşünce olduğunu kabul ediyorum Bu yüzden basit bir örnekle açıklayalım Bu büyük Gize Piramidi 40 milyon tondan daha ağır Ve tüm ağır nesneler gibi, o da aslında zamanı yavaşlatıyor. Etki küçük Dünya'nınkinden milyarlarca kez daha küçük Ama bunu aşırı ölçüde abartırsak, bu prensibin nasıl çalışacağını görebiliriz Piramide yakın olan her şey yavaşlar Aynen nehrin yavaş bölümü gibi Burada, zaman uzakta olanla kıyaslandığında daha yavaş akar Ama piramidin yanındaki insanlar dışa doğru baksalar ne olur?

           Zıt etkiyi görmeliler Çünkü onlar yavaşlatıldı Uzaktaki zamanın daha hızlı aktığını görmeliler Bu, piramidin kütlesinin basit bir sonucudur Bu çarpıklık, zaman yolculuğu ihtimaline bir kapı açar. Bu yüzden zamanda yolculuk için gerçekten ihtiyacımız olan, bir piramidin kütlesinden çok daha yoğun bir şeydir Ve aklımda tam o şey var Samanyolu’nun tam merkezinde, bizden 26 bin ışık yılı ötede engin bir gaz ve yıldız bulutu içinde gizli tüm galaksideki en ağır nesne bulunuyor. 4 milyon güneşin kütlesini içeren olağanüstü yoğunluğa sahip bir kara delik. Kendi yer çekiminden dolayı tek bir noktaya gelmiş. Kara deliğe ne kadar yaklaşırsanız çekimi o kadar güçlü olur Oldukça yaklaşırsanız, ışık bile kurtulamaz Çapı 25 milyon km. olan karanlık bir küre içine sarılmıştır Böyle bir kara deliğin, zamanı galaksideki herhangi bir şeyden çok daha fazla yavaşlatarak zaman üzerinde dramatik bir etkisi vardır Bu, onu doğal bir zaman makinesi yapar. Günün birinde bir uzay gemisinin bu çarpıcı olağanüstü olaydan nasıl faydalanabileceğini hayal etmek istiyorum. Elbette öncelikle içeri çekilmekten kurtulması gerekecek. Sanırım hile, tam yan tarafına yönelmek; böylece ondan kurtulabilirler. Tam olarak doğru hızda ve yörüngede olmaları gerekiyor, yoksa asla kurtulamazlar Doğru uygulanırsa, gemi yörüngeye çekilecek 50 milyon km. çapında devasa bir daire. Burası güvenli olurdu Hızı onu daha içeri çekilmekten kurtaracak yeterlilikte olurdu. Eğer bir uzay dairesi Dünya'dan ya da kara deliğin çok uzak bir yerinden görevi yönetiyor olsaydı her bir tam dönüşün 16 dakika sürdüğünü gözlemlerlerdi. Ancak gemideki cesur insanlar için bu yoğun kütleye yakın olmak, zamanı yavaşlatırdı Ve buradaki etki, piramidin yanından ya da Dünya'dan aşırı derecede çok olurdu Mürettebatın zamanı yarı yarıya yavaşlardı Her 16 dakikalık yörünge için sadece 8 dakikalık bir zaman geçirirlerdi. Çevresindeki sürekli dönüşlerle, kara delikten çok uzak kimselere göre zamanı yarı yarıya hissederlerdi. Gemi ve mürettebatı zamanda yolculuk yapıyor olurdu. Hayatlarının beş yılı boyunca, kara delik çevresinde daire çizdiklerini hayal edin Başka yerde 10 yıl geçmiş olurdu Eve geldiklerinde Dünya'daki herkesin kendilerinden 5 yıl daha yaşlandığını görürlerdi. Uzay gemisinin mürettebatı geleceğin dünyasına geri dönmüş olurdu Mürettebat sadece uzayda değil, zamanda da yolculuk yapmış olurdu. Böylece, çok yoğun bir kara delik bir zaman makinesidir Ama elbette, bu tam olarak uygulanabilir değil Solucan deliğine göre avantajlı, çünkü paradoks yaratmıyor Artı, kendini ani geri beslemelerle yok etmiyor. Ama oldukça tehlikeli Daha önümüzde çok yol var Üstelik bizi de, çok da geleceğe götürmüyor Şanslıyız ki, zamanda yolculuğun başka bir yolu daha var Ve bu bizim gerçek bir zaman makinesi yapmak için son ve en iyi şansımız


               Dördüncü boyutta yolculuk etmek asla bir parktaki yürüyüş gibi olmaz, ancak bunu yapmak için şaşırtıcı derecede kestirme bir yol olduğu ortaya çıktı. Sadece çok hızlı, ama çok hızlı gitmelisiniz. Çok yoğun bir kara delikten uzak durabilmek için gereken yüksek hızdan bile çok daha büyük bir hız Bu, evren hakkında başka bir ilginç gerçektir Kozmik bir hız limiti vardır Saniyede 300,000 km Aynı zamanda ışık hızı olarak da bilinir. Hiçbir şey bu hızı aşamaz Bunun kulağa tuhaf geldiğinin farkındayım ama bana güvenin; bu bilimde yer etmiş en iyi ilkelerden biridir İster inanın ister inanmayın, ışık hızına yakın yolculuk yapmak sizi geleceğe taşır. Neden olduğunu açıklamak için, bir bilim kurgu ulaşım sistemini hayal edelim. Dünya'nın çevresini saran bir yol hayal edin. Çok hızlı bir tren için bir yol Bu hayali treni ışık hızına mümkün olduğu kadar yaklaştırmak ve nasıl bir zaman makinesine dönüştüğünü görmek için kullanacağız Trende, yolcularımızın geleceğe tek gidişlik bir biletleri var Tren gitgide daha da hızlanıyor Çok geçmeden, Yeryüzü'nü tekrar tekrar katediyor. Işık hızına ulaşmak, Yeryüzü'nü oldukça hızla katetmek demektir Saniyede yedi kez Ama trenin ne kadar gücü olursa olsun, fizik kuralları buna imkân vermediğinden asla tam olarak ışık hızına ulaşamaz. Bunun yerine, son hıza çok yaklaştığını söyleyelim Bu durumda, olağanüstü bir şey gerçekleşir. Zaman trende dünyanın geri kalanına nispeten daha yavaş akmaya başlar. Tam da kara deliğin yanındaki gibi, ama biraz daha çok Trendeki her şey ağır çekimde. Bu hız limitini korumak için olur ve neden olduğunu görmek hiç de zor değil. Trende ileriye doğru koşan bir çocuk hayal edin. Onun hızı trenin hızına ilave edilir, bu yüzden kazara da olsa hız limitini geçmiş olmaz mı?


 Cevap hayır. Doğa kanunları, trende zamanı yavaşlatarak bu olasılığı engeller. Bu durumda hız limitini geçecek kadar hızlı koşamaz. Zaman hız limitini korumaya yetecek kadar herzaman yavaşlayacaktır. Ve bu gerçekten geleceğe, uzak mesafelere yolculuk ihtimalini ortaya çıkarıyor. Trenin 1 Ocak 2050'de istasyondan hareket ettiğini düşünün. Yüz yıl boyunca, tren Yeryüzü'nün etrafında defalarca dolanıp ve son olarak 2150'nin Yılbaşı'nda dursun. Yolcular sadece bir hafta yaşamış olurdu, çünkü zaman trenin içinde çok fazla yavaşlayacaktır. Dışarı çıktıklarında, bıraktıkları dünyadan çok daha farklı bir dünya bulurlardı. Bir haftada, 100 yıl geleceğe yolculuk yapmış olurlardı. Elbette, böylesine bir hıza erişebilecek bir tren yapmak neredeyse imkânsızdır, ancak İsviçre'nin Cenova kentinde CERN'de dünyanın en büyük çekirdek hızlandırıcısıyla trene benzeyen bir şey inşa ettik. Yerin derinliklerinde, 100 km. uzunluğunda daire şeklinde bir tünel içinde trilyonlarca minik parçacık akışı. Güç açıldığında, parçacıklar anlık saniyede saatte 0'dan 100 bin km’ye ulaşırlar. Güç arttırıldığında, parçacıklar tüneli saniyede 11 kez geçene kadar gitgide daha hızlanır, ki bu neredeyse ışık hızıdır. Ancak, aynen trende olduğu gibi, onlar da asla son hıza ulaşamazlar. Sınırım %,99,99'luk kısmına ulaşabilirler sadece. Bu olduğu zaman, onlar da zamanda yolculuğa başlarlar. Bazı son derece kısa ömürlü “pi meson” adı verilen parçacıklardan dolayı bunu biliyoruz. Normal olarak, saniyenin tam 25 milyarda biri aralığında parçalanırlar. Ama ışık hızına yaklaştıklarında, kat daha fazla dayanırlar. Bu parçacıklar gerçek zaman yolcularıdır. Gerçekten olay bu kadar basit


                    Geleceğe yolculuk etmek istiyorsak, tek yapmamız gereken hızlı gitmek. Oldukça hızlı. Sanırım muhtemelen bunu yapmanın tek yolu, uzaya çıkmak. Tarihteki en hızlı insanlı araç Apollo 10'du Saatte 40,000 km. hıza ulaşıyordu Ama zamanda yolculuk için, bundan 2,000 kez daha hızlı gitmek zorunda kalacağız. Ve bunu yapmak için, daha büyük bir gemiye ihtiyacımız var. Gerçekten çok daha büyük bir makine. Geminin, kendisini ışık hızına çıkartması için muazzam miktarda yakıt taşıyacak kadar büyük olması gerekirdi. Kozmik hız limitine ulaşmak tam güçte neredeyse altı yıl alırdı. Geri sayıma 10 saniye
4, 3 ,2,1 . 

                    İlk hızlanma yumuşak oluyor. Çünkü gemi çok büyük ve ağır Ama aşamalı olarak hız kazanıyor ve çok geçmeden muazzam mesafeleri katediyor olacak. Sadece bir hafta içinde Neptün gibi gaz devlerinin bulunduğu dış gezegenlere ulaşmış olurdu İki yıl sonra, ışık hızının yarısına ulaşırdı ve güneş sistemimizin çok uzağında olurdu. İki yıl sonra, ışık hızının %90'ı bir hızda seyahat ediyor olur ve en yakın yıldız sistemimizi Alpha Centauri'yi geçiyor olurdu. Yeryüzü'nden 50 trilyon km. uzakta ve fırlatmadan 4 yıl sonra gemi zamanda yolculuk yapmaya başlar. Gemide her bir saatlik zaman için Dünya'da iki saat geçer. Muazzam kara delikte yörüngeye giren uzay gemisindeki benzer bir durum. Ama dahası var Diğer iki yıllık tam hızdan sonra, gemi ışık hızının % 99'u bir hızla maksimum hızına ulaşacak. Bu hızda, gemideki bir gün Dünya zamanına göre bir yıldır. Gemimiz gerçek anlamda geleceğe uçuyor olurdu. Zamanı durdurmanın başka bir faydası daha vardır. Bunun teoride anlamı tek bir insan ömrü içinde olağanüstü mesafeleri aşıyor olabilirdik. Galaksinin ucuna bir gezi sadece 80 yıl alırdı. Ama yolculuğumuzun asıl harikası, kâinatın ne kadar ilginç olduğunu gözler önüne sermesidir. Zamanın farklı yerlerde farklı hızlarda aktığı, etrafımızı küçük solucan deliklerinin çevrelediği ve nihayetinde doğru teknolojiyi geliştirebilirsek fizik bilgimizi kullanarak dördüncü boyutta gerçek yolcular olabileceğimiz bir evrende yaşıyoruz.


Kaynak:

Into.The.Universe.With.Stephen.Hawking.2010.720p.E02.BluRay.x264.AC3-HDChina

AİLE VE TOPLUM DÜŞMANIMIZ TV DİZİLERİ




               Artık birilerinin bu topluma acıma zamanı gelmedi mi?
Dışarıda geçim sıkıntısı, evde televizyon baskısı. Dizilerde cabası.

Milli ve dinî ahlakımızı bozacak ne varsa saat 20.00 den sonra vizyonda. (Gündüz olan programları takip edemediğim için onlar hakkında yorum yapamıyorum.)

Dil zaten katledildi. Yarım yarım kelimeler, bozuk bozuk cümleler. Gençlerin anladığı dozajda kaliteli yeni düzmece küfürler. Şebekçe Türkçe nasıl konuşursunun örneklemeside yapılıyor.

Kocasını aldatan kadınlar, tecavüz eden erkekler, hemcinslerine tepkilerini ille de tokatla ifade eden kişiler.

TV kanalları kıtlığından mı nedir, aile ve toplumu kaosa götürecek saçmalıklar yumağı olan senaryoları haftalarca ve günlerce kazançlar uğruna sürdürdükleri üçer saatlik diziler ile başımıza bela oldular.

Bunlara kim dur diyecek?

Cevabı yok…

Son on yıldır bu durum perişan vaziyette gidiyor. Akademisyenler, isimlerine yenisini eklemek için masalarından başlarını kaldırıp bu konularda hiç fikir üretmeyecekler mi?

Çocuklarımızı çalıyorlar, geleceğimizi birleri birilerine feda mı ediyor?

Kültür yok, şahsiyet yok, fikir hiç de yok.

Varsa yoksa narsis emellerine ulaşmaya çalışan aşağılık kompleksi içerisindeki insanlar

            Eskiden dünyayı kurtarmak için anarşist, dünyayı fethetmek için faşist olmaya çalışan insanlar vardı.

Şimdi ise egosunu tatmin etmek için hedefi olan insanlar bile kalmadı.

Amacı amaçsızlık olan bir nesil, nereye doğru gidiyor?

Sormak lazım. Toplum mühendislerimiz nerede ve ne yapıyorlar?

Siyasetçilerimiz seçim dışında halkın derdine ne kadar nüfuz ediyorlar?

Hayatımız Hindistan’da çalışan trenlere döndü.

Düzen yok, düzelme yok.

Bu durumun derdini çeken kanaat önderi de yok.

Birileri kafası kafama uygun, bu olur, derken ötekisi hayır içinde; uzlaşma yok. Sadece “gizli amaç” var.

Yürekleri fetheden, canları sevindiren, birbirini seven insanlar beş on sene sonra kaybolacak, görüyor.

Sitelerinde emniyet içinde karınlarının gurultusunu duyacak kadar yalnız kalacak bu insanlara ancak ağlamak için kendimi zorluyorum. Gözümden yaş çıkmıyor. Öyle hale gelmişiz ki “kalpler hasta, ruhlar mahkum”

Yoksa Avrupalılar gibi uyuşturucuya mahkûm olmak için ne gerekiyorsa yapalım-dan
çıkma zamanı gelmedi mi?

                 Aşağıda “KEVİN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ” (We Need to Talk About Kevin) adlı filmi seyretmenizi tavsiye ederim. Bu film çaresiz kalmış toplumda ilişkilerin bittiği yerde yardım etmeyen devleti anlatıyor. Aile içinde, çözüm yok. Bu çözümsüzlüğü çözecek okul da eğitim de yok.

                 İtiraf etmeliyim ki, gençlerde arkadaş çevresinden ve eğitmenlerinden aldığı tavsiye daha etkili olurken, gelecekte dünyayı kurtaran narsist 87 diktatörlere aday olmakta ebeveyn denetimini artık istememektedirler.

Konu üzerinde idealleri sadece dünya olan görüşten biraz uzaklaşıp “orta yolu” bulan fikir, yönetim ve hedefleri olan bir millet olmak için gayret göstermeli değil miyiz?

Pek umutlu görünmese de, geç kalmamak için “çok şeyler yapmak lazım” diyebilirim.

İlk yapılacak şey öteki ile diğeri arasındaki uzlaşma sağlanmalıdır. Vakıflar, cemaatler, dernekler en ince detaylarına kadar devlet tarafından incelenmeli ve art niyetli kişilerin önüne geçilmelidir.

Okullarda kitap okuma alakalı yeni düzenlemeler getirilmeli, çocukları dershanelerden kurtararak üniversite giriş sınavları için kaybedecekleri zamanları telafi etmelerini sağlamalı ve giriş sınavlarında kültür seviyesi üzerinden derecelendirilmeye gidilmelidir.

Okumayan nesiller yönetilmesi kolay olanlardır. Kimliği olgunlaşmamış milletler emperyalist ülkelerin oyuncağı olur.

             KEVİN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ (We Need to Talk About Kevin)
Vizyon tarihi 3 Şubat 2012 (1s 50dk)
Yönetmen: Lynne Ramsay
Oyuncular: Tilda Swinton, John C. Reilly, Ezra Miller devamı...
Tür: Dram, Gerilim
Ülke: ABD, İngiltere

6 Eylül 2012 Perşembe

Nah. ŞEhid




         Şehid olmak için Allah yolunda yaşamak şarttır, öldürülmek değil Peygamberimiz öldürülmedi, ama şehittir. Hemde bunu bize Allah söylüyor. " Biz seni şehit olarak gönderdik şahit olarak " dolayısıyla Hz Peygamberin şehit olduğunu kuran bize söylüyor, fakat Peygamberimiz öldürülmedi.



Soru:    Peki nereden geldi Allah yolunda öldürülenlere şehitlik yakıştırması ?

Cevap:  En az 100 yıl sonra rivayet edebiyatı getirdi bu kavramı. Kuran bunu yapmaz.

Soru :    Peki bu tahsisi yapan rivayet edebiyatına biz nasıl yaklaşalım ?

Cevap :  Mesafeli yaklaşalım

Sebep ?

Hz Peygamberin Kuran ın inşaa etmediği bir dili olamaz. Peygamberimiz İslamı Kurandan öğrendi. Onun İslamı öğreneceği başka bir kaynağı yoktu. Onun kuran dışında bir dili de yoktur.

             Peki bunun sonu nereye gider ?

            Bu çok açık bir aşırı yüceltmeci bir tasavvurdur. ve açık bir yanlış anlamadır. rivayet edebiyatının ve Kuran dışı İslam dilinin getirdiği büyük bir anlama problemidir.Ve bu yanlış anlaşılma ile müslümanların evlatlarını alıp telef ediyorlar. lütfen yakın zamanda ölen insanların kimliklerine aile yapılarına ve durumlarına bakın beni daha iyi anlayacaksınız.

           Çünkü yaşayarak şehit olunacağına inanmadığı için ve buna inandırmamak için çeşitli oyunların içine sokulduğu için ,sadece ve sadece birilerinin kurgusunu yaptığı olayların içinde öldürülünce şehit olunacağına inanıyor. böylece kapitalist düzen tekrar kendisine ölecek masum insanlar buluyor hemde 25 TL maaşlı.

           Ve buda bizim başımıza ne çoraplar örüyor bir bilseniz.

           Şu memlekette daha şu 10 yılda 15 yılda yaşadıklarımızı şöyle bir hatırınıza getirsenizya. nedemek istediğimi çok iyi anlıyorsunuz bunu biliyorum.

          Biz Allah'tan razı isek onun söylediği gibi inanmalı Şehit kavramına

 Şehit nedir ? :   İmanını hayatına şahit kılana şehit denir. 


           Şehit i şehit yapan sizin tanımınız değil Allah'ın tanımıdır. siz niye şehit ailelerine müthiş maaşlar bağlanıyor arkada kalanlara memuriyet veriliyor yada çeşitli dünyalık refahlar ve geçici hazlarla oyalanıyor insanlar zannediyorsunuz.

Cevap :  Kimse gerçeği araştırmasın diye . herkez mutlu olsun ki herkezin dünyalık ihtiyaçları karşılansın ki kimse ikinci bir ihtimal düşünmesin .

         Son bir söz. .Kurana göre şehit olmak şahit olmaktır, model olmaktır. bu açık ve net bir şekilde kuranda belirtilmiştir.( BKZ Ali-imran 52-53 ) 

         Son bir söz daha Lütfen İslamı Kurandan öğrenin Hz Peygamberin yaptığı gibi . ve Allah tan yardım isteyin inanın o öğretenlerin en hayırlısıdır.

Bitti

30 Ağustos 2012 Perşembe

HZ Süleyman & Kabala & Büyü

                           


Hz Süleyman'ın özelliklerini temsil eden bir resim


                             HZ SÜLEYMAN'ın büyü kitabı  diye atfedilen bir kitap olduğu ileri sürülüyor bu sitede. Ve hatta dahada ileri gidip ibranice bazı büyüleri kelimelere döküyorlar. bu ve bunun gibi bir çok rivayet var bilindiği üzere. ortalık tam bir bilgi çöplüğü.

                             Peki gerçekten bu şekilde büyü mümkün mü ? Kuran bize bu konuda ne diyor ? aslında tek kelime ile söylemek gerekirse yazılanların tamamı birer rivayet ve çoğuda İsrailliyattan geçmiş bizim dinimize. Hz Kuran dışında araştırma yapılabilecek bir kitap yok.

                              Kurandaki çeşitli ayetler ışığında Kabalizm-Büyü ve Zihin kontrolü ( Mind Control ) gibi aldatmacaları inceleyelim. ve yapılan uyarılara bakalım. sonuclarına ve günümüz şartları doğrultusunda ele almaya çalışalım. Çok şatafatlı bir yazı olmaması muhtemel, herkez bir Sikkofield olamaz. Zaten bu konulara merakınız var ise okuyun yoksa gerçekten sizin için zaman kaybı. ben olsam okumam.Açıkçası ben kendi hesaplarımın peşindeyim. Ben yazdım, elimden bu geliyordu bu kadarını yaptım.

                             Şimdi çeşitli Blog yazarlarının KABALA ve büyücülük hakkında neredeyse ortak sayılan görüşüne bir göz atalım.

İşte bir Blog ;

                             Peki bu Kabbala nedir yahu ?
Kabbala cok guclu bir buyuculuk mertebesi, bir bakima kendi ba$ina bir büyüdür. Varolu$u eski Misir`a kadar dayanir ve izlemi$ oldugumuz teori ile cok iyi mantiksal kesi$me noktalari izler.
Babil`deki büyü sihir mevzularindan sonra eski Misir`a kadar uzanan bu tarti$malar eski Misir zamaninda kilit nokta halini almi$ ve Firavun büyücüleri öğretilerini sürdürmüş, bu öğretileri Yahudiliğin içine sokarak onu tahrif etmişdir. Hz. Musa filmini izleyen herkez de iyi bilirki Hz. Musa firavunun buyucu ve sihirbazlarina kar$i Allah (c.c)`nin mucizeleriyle kar$i koymaktadir. 
Eski Mısır'dan Yahudiliğe devrolunan öğreti, Kabala'dır. Kabala da, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik (gizemli) bir öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü ile ilgilenmiştir. Yani kabala`yi Misir ayin ve buyulerine endekslersek elimize tamamen uyu$an iki parça gececektir. Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi, "Kabala, Tradition of Hidden Knowledge" (Kabala, Gizli İlmin Geleneği) adlı kitabında Kabala'yı şöyle tanımlamaktadır:
"Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur."  KAYNAK 


                           Yazının içerisinde, ki birçok tarihçinin ve bu işlere meraklı yazarların araştırmacıların kaynak gösterdiği meşhur BAKARA102-103 üncü ayet.dikkat çekiyor tekrar. ve büyücülük gibi insan üzeri olaylara referans olarak gösteriliyor bu ayet.bende bu ayet ile başlamak istiyorum.

102-  Ve onlar (1) tutup Süleyman'ın yönetimi sırasında( o dönemin ) şeytanlarının (2) uydurduğu yalan ve desiselerinin peşine takıldılar (3) Oysa ki Süleyman küfre sapıp nankörlük yapmadı, aksine o (na düzen kuran)  şeytanlar küfre sapıp nankörlük yaptılar (4) insanlara sihri öğrettiler (5).Yine (Medine Yahudileri) Babilli iki güç sahibine; Harut ve Marut'a (6) verileni izlediklerini(iddia ettiler).(7) Oysa o ikisi " Baksanıza biz ( Babil esaretiyle) sınanmaktayız, sakın küfre sapma(yın)! " demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı.Fakat(Babil'de ki düzenbazlar) bu ikiliden kişi ile eşinin arasını açacak şeyler öğreniyorlardı (8). Ne varki o ( Babilli düzenbazlar), Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezlerdi; ama yinede zarar verip yarar sağlayan şeyler öğreniyorlardı.(9) Doğrusu onlar, bu türden bir alışverişe giren kimsenin ahirette eli boş kalacağını çok iyi biliyorlardı. Kişiliklerini sattıkları şey ne fenadır. Keşke bunu olsun bilebilselerdi (10) 

103- Ve eğer onlar hakikate inansalar ve sorumluluklarının bilincine varsalardı, Allah katından kendileri için hayırlı bir ödül alırlardı. Keşke bunu olsun bilselerdi.


                       ( Ayette bulunan sondaki numaralar sadece o kısmın açıklamasıdır ) 


_________________________________________________________________________________

1- Yani : Medine Yahudileri.

2- Taberi Mülk'ü " Dönem,Devir" anlamına gelen ahd'le açıklar. Burada Kuran, sihir ile uğraşan, daha doğrusu insanları büyüleyen ve onları gerçekten koparıp bir hayalin, Bir illüzyonun yada sanal bir hayatın peşine takan kimseleri şeytan olarak nitelendirmektedir.En'am ( 6:112) ve Nas ( 114:6) sürelerinde de geçtiği gibi " şeytan" ismi hem şeytanlaşan cinler, hemde şeytanlaşan insanlar için kullanılır.Buradakiler insan şeytanlarıdır.Zira hem ayette bunların insanlara öğrettikleri ve dolayısıyla insanlarla haşır-neşir oldukları, hem  de kafir oldukları ifade ediliyor. Eğer cin şeytanı olsaydı, Onlar zaten kafir oldukları için böyle bir vurguya gerek kalmazdı. Bu surenin 14. ayetinde de ikiyüzlülük yapan medine ileri gelenleri için " şeytanlar" ifadesi kullanılmıştır. Hz Süleyman'ın Peygamber değil büyücü olduğu iftirasını Medine'deki Yahudiler dillendiriyordu zaten.

3-  Tetlü fiili' alâ edatı ile gelirse " biri adına yalan uydurmak",' an ile gelirse " birinin sözünü doğru nakletmek "vurgusu  taşır.( Kasımî ). Türkçe'de de " okumak "," atmak,sıkmak,kesmek" manasında kullanılır.Şeytanlaşan birtakım insanların uydurdukları bu sihirler sonradan Kabala (gelenek) adı verilen  külliyatın çekirdeğini oluşturdu.Tevrat'a sırt çeviren yahudi'ler Kabala'ya yapıştılar. Hayatı gizem, gizemi büyü haline getirdiler. Krallar döneminde büyücülüğün ne kadar yaygın olduğu Eski Ahit'in Daniel,Mezmurlar ve Yaremya kitaplarından anlaşılır.İsrailoğulları büyü ve büyücülükte Mısırdayken 5. ve 6. hanedanlar döneminde tanışmışlardı.Halbuki Eski Ahid büyüyü şiddetli bir şekilde yasaklıyordu ( Çıkış 22:18; Levililer 19:26,31; 20:27 vd )  Büyü yasağı aynı sertlikte Talmud'da özelliklede Mişna'da yer alır. Mişna'da büyü puta tapıcılıkla bir tutulur.yani büyü dinlerin tamamında yasaklanmış, Hipnotize ve illüzyon ile insanları olmayan şeylere inandırarak gerçekten uzaklaştırdıkları için. Bu tarz tekniklerin zaten asıl amacı da budur. Gerçekten uzaklaştırmak.

4- Hz Süleyman'ın putlara taptığı iftirasını her nasılsa kitaplarına bile geçirmişlerdi ( Krallar I, 11:5-9 ) Bizce onların Hz Süleyman'ı tekfir etmeleri için putlara tapma hikayesine ihtiyaç yok. Çünkü bir üstteki notta da alıntıladığım gibi  Eski Ahid ve Talmud'da sihir şiddetle yasaklanmış, bu işlerle uğraşanlar puta tapmakla bir sayılmıştır. Hz Süleyman'ın putlara taptığı hikayesinin aslı, onun sihirbaz olarak görülmesidir. Yöneticiliğini yaptığı israiloğulları onun yöneticiliği sırasında ülkelerinin, siyasette,sanatta.ekonomide ilimde, ve hikmette ulaştığı noktaya sihir sayesinde ulaştığını düşünüyorlardı. Medine Yahudileri " Muhammed'in işine bakın ! Doğruyu yanlışı birbirine karıştırıyor Süleyman!ı Peygamberler arasında anıyor. Oysa ki o rüzgara binen bir büyücüydü " demişlerdi. Burada Kuran sihri açıkça " Küfür/Gerçeği ötme " olarak nitelendiriyor.

5- Bu bağlamda sihir, nüzûl sebebine uygun olarak " Komplo,düzen,tuzak " şeklinde anlaşılmalıdır ( Bkz: 74:24 )  Ebu Cafer Taberi  Tarih'inde bu ayeti açıklayan bir bilgi yer alır: II. Kuruş ( Chosroes), :Hz peygamberden davet mektubu aldığında, o zaman Pers eyaleti olan Yemen yöneticisi  Bâzân'dan Hz Peygamberi zincire vurarak Pers sarayına gönderilmesini ister. Bâzân bunun için iki adamını yollar.Komplo tam gerçekleşecekken, Hz Peygamber onlara öz oğlunun Kuruş'u öldürdüğü haberini verir. Haberi doğrulatan komplocular eli boş dönerler( Tarih,Beyrut 1407, II, 655-656, Kahire, 1987) Bu açıklayıcı rivayeti sihrin sözlük tarifi desteklemektedir: " Hile, desise, aldatma,görüldüğü gibi olduğu zannedilen, fakat aslının hiçte öyle olmadığı şey". Lügatte sihrin aslı şöyle tarif edilir: " Bir şeyi gerçekte olduğundan farklı göstermek" ( Mekâyis ve Lîsan). Sihrin en büyük etkisi irade ve akıl üzerindedir. İrade ve akıl ruhtan kaynaklanan iki kuvvet olduğu düşünülürse, sihrin ruhun gücünü kırmayı amaçlayan bir sabotaj girişimi olduğu sonucuna varılır.Bu özelliği ile sihir aklı iptal eder, fikri karıştırır, duyguları kirletir, kalbi çeler. Sihrin etkisiyle insanın irade gücü ters orantılıdır ki bu çok önemli. Gizli bir amaca hizmet eden her hilekarca aldatma sihrin tanımına dahildir. Hem bu ayet hem sihrin objektif gerçekliği Tâhâ 69 ve Furkan 8 ışığında anlaşılmalıdır. Kuran'da sihrin insana, onu iptalin ise Allah'a nispet edilmesi hayli anlamlıdır ( 7:118 )

6- Veya :" iki melek", ya da: " Melek gibi iki adam", İbn Abbas buradaki " Melek" i " Melik" ( Kral yönetici, önde gelen) okumuştur. ondan ayrı olarak Hasan El Basri , Sait b Cübeyr, Zühri, Dahhak ve daha başkaları da Hârût ve Mârût'un melek değil " Melik/Kral" olduğuna inanmış ve böyle okumuşlardır. ( Razî, İbn Kesir; İbn Cevzî).   Hârût ve Mârût isim olmaktan çok vasıf olabilir. Hârût 'un türetildiği kök olan harata " Harap etti-tahrip etti " anlamına gelir. Mârût 'un türetildiği Marata ise " Son verdi-bozdu" demektir O halde Hârût harap eden, Mârût bozan anlamına gelir bu konudaki mesnetsiz yorumları reddeden ibn Aşûr, Hârût ve Mârût kelimesinin arapça'ya Keldanice'den geçtiğini söyler. Hârût " ay " anlamına gelen Haruka'nın, Mârût müşteri yıldızının arapçalaşmışıdır. Birincisi dişiliğin sembolü , ikincisi erkekliğin sembolüdür. Birincisi dünya üzerinde en çok etkili olan gök cismi. İkincisi gezegenlerin en yücesidir. Keldaniler gök cisimlerine tapmakta, ölen salih kişilerin göğe yükselip ışık saçtıklarına inanmaktaydılar. Sihride bunların icat ettiklerine inanmaktaydılar.

 Keldanilik





7- Veya mâ' ların olumsuzluk anlamıyla : "... Babil'de Hârût ve Mârût adlı iki meleğe birşey indirilmemişti; dolayısıyla o ikisi hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı ki, " Biz sadece sınav aracıyız, sakın ha buna uyup ta küfre düşme ! " desinler de onlar da o ikisinden kişiyle eşinin arasını açacak bir şeyler öğrensinler."    İbn Abbas 'da, ve mâ unzile'deki   ya olumsuzluk anlamı verir. fakat bu tercih bizce bağlam ile uygun değildir.  






8- Erkek ile kadının arasını ayırma, Hz Süleyman 'a karşı düzen kuran bu örgütün kapılarını yanlızca erkeklere açıp kadınlara kapatılması şeklinde de anlaşılabilir



9- Veya 'ya olumsuzluk anlamı vererek: " ama yinede ne yarar nede zarar sağlayan şeyler... " İşte sihir, komplo, tuzak, suikast vb gibi düzenbazlıkların gerçek mahiyetini bu uzun cümle vurgulamaktadır. " Allah'ın izni"  istisnası, Kuran mesajının bel kemiğini teşkil eden tevhid'e ilişkin bir uyarıdır.Bir mü'min hiçbir görünür yada görünmez varlıkta bizatihi güç vehmedemez. İnsanın Rabbi'de tüm varlıkların Rabbi'de Allah 'tır. sihri küfür ile eşdeğer kılan şey insanların ondan bizatihi bir güç vehmetmeleridir. Bir üsteki cümle ile bu cümle arasında gerçekte hiçbir çelişki yoktur. Kişi ile eşinin arasını açan, sihrin bizzat kendisinden kaynaklanan bir güç değil. sihre muhatap olan kimse yada kimselerin cehalet, zayıf kişilik ve vehimlerinden kaynaklanan zaaflarıdır. bununla görünen yada görünmeyen varlıkların insan psikolojisindeki etkilerini yok sayıyor değiliz. Bu etkileri en güzel izah eden durum Pisikosomatik hastalıklardır. Kökü psikolojik olduğu halde fiziki olarak bedende tezahür ederler ( bişeyler tarafından çarpılma psikolojisi gibi ) Sihrin dünya ve ahireti yıkan bir şey olmasının temelinde. İnsandaki gerçeklik algısını bozması yatar.  


10- Yahudiler'de Babil kralı Nabukadnazar'ın ( ki Matrix filminde Morpheus un kullandığı geminin adı bunuda bir not olarak iliştireyim)  esaretindeyken gizli örgüt kurdular. Ayetteki " melek gibi " kişiler ( ki bunlar şeytanlaşan insanların karşıt kutbunu oluşturuyor) Eski Ahid e göre Haggai ve İddo nun oğlu Zekeriyya ' dır ( Ezra, 5:1 ) Bu kutsal kişiler örgüte üyeliği erkekler ile sınırlandırdılar, yani üyelere yaşadıkalrı durumun ilahi bir sınav olduğunu, asla inkara sapmamalarını öğütlediler. Med ve Pers kralı Cyrus iktidara geldiğinde , İsrailoğulları onunla gizli bir anlaşma yaptılar. Kendileri Cyrus 'un Babil'i fethini kolaylaştıracaklar, bu hizmetlerinin karşılığında ise Cyrus yahudilerin Filistin'e dönmelerini sağlayacak  ve yerle bir edilen Süleyman mabedinin yapımına da destek verecekti. Sonuçta bu gerçekleşti. Ayet Hz Peygambere karşı o günkü putperest , Pers kralı ile iş tutan Medine Yahudileri'ne, hastliklerinden içine düştükleri yaman çelişkiyi bile fark edemedikleri imasında bulunmaktadır. Bu bir putperest bir düşmana karşı yapılmış bir örgütlenme değil. Tıpkı Babil sürgünü ile neticelenen kayıp yüzyılların başlangıcı olan Hz Süleyman' a karşı yapılmış komplo gibidir. Hz Süleyman'ın iktidarını devirmek için gizli teşkilat kurup komplo hazırlayanlar, onu büyücü ilan ettiler ( I Krallar, 11:14, 23:26, 29:32 ) Zira ona karşı komploları başarısız oldu. Kuran onların Hz Süleyman'a olan iftiralarını bu ayet ile reddetti. Onlar bu iftira ve komploların bedelini çok ağır şekilde ödediler. Hz Süleyman'dan sonra devlet hızla parçalandı. İbrani milleti bölündü, birbirine düştü ve bu tefrika ünlü Babil sürgünü  ile sonuçlandı. Sözün özü ayet, Hz Peygambere ihanet eden yahudileri, Hz Süleyman'a ihanet den yahudiler'e benzetir ve tehdit eder: Onlar kaybetti sizde kaybedeceksiniz der. Nitekimde öyle olmuştur.


                  Rockafeller, İllüminati, Siyonizm, Masonluk, Tapınakçılar, Kuru kafa kemikler, CFR, falan filan gibi oluşumların ne yapmak istedikleri ve bunları yaparken kullandıkları teknikleri bu ayet ışığında incelediğinizde daha iyi anlayabiliyoruz kanaatimce. Sübliminal mesajlarla yıkanan beyinler şu meşhur MKultra projesi, kaybedilen kültürler, sömürülen ahlaklar, dumur olmuş beyinler.yıl 2012 ve büyücülük artık bu şekilde oluyor. kimse gizem yada kabalizm gibi olmayan ve açıkça gerçekten uzaklaştırmak için hazırlanmış bu tuzaklara kanmasın. Tek gerçek var oda ÖLÜM 


                 Biiti. 
   

KAYNAK 
____________________________


Ebu Cafer Muhammed ibn Cerir et-Taberi :        Tarih

İbn Aşûr                                                                                 :      et-Tahrîr ve't-Tenvîr

Mustafa İSLAMOĞLU                                        :    Hayat Kitabı Kuran 
   

7 Ağustos 2012 Salı

AKP ve PKK




                 Ölen Askerler adına üzgünüm ve arkada kalanlara Allah'tan sabır dilerim  bunları belkide televizyon yayınlarından yada birçok gazete manşetlerinden hergün okumaktan gözleriniz pörtlüyor biliyorum  Ağlamaktan göz pınarları kuruyan aileler var. sorun nerede mi ? bu insanlar niye ölüyor'un cevabını bulamamakta. Bu ölümlere şu soruyu sorana kadar kimse ağlamasın .

SORU : Bu insanlar neden ölüyorlar.?



              Yıl 1980 saldırılar ilk başladığında dile getirilen şikayet ne idi

Cevap :  Kürtçe yasağı

             Hükümet bunu yıllar sonra kaldırabildi fakat köprünün altından sular çok hızlı bir şekilde akıyordu.

Daha sonraki istekler Kürtçe seçmeli ders Hükümet yine direndi ve sonunda kabul etti.Hükümet Belediye seçimlerine katılma şansı versekmi  diye düşünürken yerel otoritenin güçlendirilmesi talep ediliyordu Devlet bu noktaya geldiğinde ise artık Federasyon sistemi tartışılıyordu.

           Tablo bunlar iken Ankara hala yardım kolileri dağıtmakta ve Basını devlet kontrolüne almakta aramak istiyordu çaresi . bunun rantını da belli kesime yediriyordu.

            Sayın Başbakanın hatası 1 -  Haburdan sonra aklıselim kürt siyasetçilerini tasviye ettiaçılımdan Oslo sürecinden vazgeçti.Terörle mücadele Mecliste müzakere derken, iş kızışınca müzakereleri kesti. Böylece ipleri bilerek yada bilmeyerek PKK nın eline verdi. AKP nin politikasını kandil belirledi böylece.

          Hata 2  -    Dışarıda batıya fazla güvenirken Esad ın gücünü küçümsedi. Rejim muhaliflerine verdiği desteğin Esad ı kızdıracağını Şam ın kuzeyini kürtlere bırakıp Türkiye ile arasına bir tampon bölge kuracağını (ki bunda sonuna kadar haklı).bunun Ankara için ciddi bir güvenlik sorunu olacağını düşünemedi Sayın Erdoğan .

       SONUÇ :  Barzaniyi muhatap seçince de PKK muhatabın benim masayı kalabalıklaştırma mesajı vermek için Saldırdı.

       60 şehit verdik son 1 ayda Terörün bukadar hızlanmasının sebepleri çok fazla tabi fakat Suriye ve Esad politikası Konunun flama bayrak taşıyanı. Suriye ile ilişkilerin kızışması ve buna bağlı olarak Irak ,İran ,Rusya ile iplerin gerilmesi. ve tabi İran ve Rusyayı tedirgin eden birde KÜRECİK RADAR ÜSSÜ meselesi var
     
      Sayın Erdoğan malum Artan terör olaylarında Esad ı sorumlu tutuyor.


      BAkın ne diyor " Esadın desteklediği PKK unsurları Kandil'den ülkemize sızma gayreti içerisinde diyor."

      Acaba bu şikayetin hukuki ve ahlaki bir temeli varmı ?

               Suriye lideri Esad'ı devirmek için Özgür suriye ordusu adlı muhalif grupları ( CIA-MOSSAD vb oluşumlar la destekli ) eğiten, para yardımı yapan, sağlık hizmeti ve silah yardımına göz yuman Ankara PKK oluşumunu destekleyen ülkeleri suçlama hakkını yitirmedimi ?
 
            Ülkemizin başında malesef karar alırken 2 adım sonrasını hesap edemeyen bir iktidar var Esad'ı deviriyoruz derken Ülkenin Kuzeyinde kurulan Kürt oluşumlarına dolaylı yoldan destek verdiğinin farkında değil . demek isterdim fakat bence bizzat bilerek yapıyor çünkü dış politika ABD tipi küresel çetenin uşakları ülkeler tarafında planlanıyor. bu kardeşlerde Ankara'da ne olduğunu çok fazla bızıklamadan en stratejik ortadoğu ülkesinin Başbakanı olmanın keyfini çıkartıyor.

         
Hakkari/Şemdinli

           

Yoksa Güneydoğudaki Kürt meselesini Oraya gönderdiği yardım kolileriyle değil de 100-150 bin maliyetli şu karakolları daha uygun bölgelere ve daha sağlam şekilde koğuşlandırarak başlaya bilirdi

Şimdi size soruyorum bu aşağıdaki karakola saldırmak ne kadar zor ?

CEVAP:   Karakol gel bana saldır diye bağırıyor.


Tabiki Sayın Erdoğan son terör olaylarında CHP ve Medyayı suçlamayı ihmal etmiyor . Çünkü bu karakolları medya yaptı CHP yaptı.

          Ancak bu Ülkeyi bu noktaya getirdiğini unutuyor sayın ERDOĞAN


1- Ucu açık bir açılım kampanyası başlatarak altından kalkamadı
2- Terör örgütü silah bırakmadan pazarlığa oturarak.
3- Ölçüsüz vaadler verip onları karşılamadı.
4- ABD ve Kandil'i terör konusunda hiçbir zaman sıkıştıramadı.

          Ve terörün tırmanmasında kimlerin parmağı olduğunu hangi ülkelerin destek verdiğini bir türlü açıklayamıyor. SEbep?  . çünkü dolaylı yoldan kendisi veriyor.

          Bir de şu zavallı tabloya bakın ;

Türkiye ABD çıkarlarına uygun olarak Suriye 'de hükümet darbesi düzenlemeye çalışırken ABD kontrolündeki Iraktan gelen teröristler de Türkiyeyi vuruyor. ve Kürt devletinin Türkiye ayağı yavaş yavaş kurulmaya başlıyor. .


ya Türkiye Tuzağa düşürüldüğü'nü bilmiyor. yada zaten işin içinde.


ya bu kürt işi tutmaza Allah'ın yardımı ile üstesinden gelirsek ne olucak . . ?

Recep Tayyip Erdoğan


          İşte bu olucak İkinci Plan cepte ALEVİ - SÜNNİ etnik çatışması . .


26 Temmuz 2012 Perşembe

Yanlış Kader Anlayışı



                 Kader nedir ?


               İnsanların hicri 1. YY'da bir birilerinin boynuna kılıç düşürdükleri siyasi bir tartışma idi .Bzk: Mustafa İslamoğlu - İslami Haraketler ve Kıyamlar tarihi .

               Amentü nün Kurandaki karşılığı ;

               Kuranda 2 Ayet var kader ile ilgili, "Amentübillahi ve mela kutubihi ..... " ile başlayan ayet. Bakın burada kader'e iman maddesi yok. Amentü'nün tamamı var, fakat kadere iman edin diye birşey yok.


              Müşriklerde kader'e iman ediyorlardı. Ne diyorlar " Eğer Allah dileseydi biz şirk koşmazdık "  diyor Kuranda ve 2 yerde naklediyor bize.

               Doğru kader'e iman etmek lazım Emeviler gibi müşrikler gibi iman Allah'a iftira olur, Amevile rHz Hüseyin'i katlettiklerinde " Onu kader öldürdü savaşa girmeseydi ölmeyecekti dediler " ve Yezit Hz Hüseyin'in kesik başını Hz Zeynep'e verdiğinde onu Allah öldürdü diyecektir.

             İradeyi yok eden kader Allah'a İftiradır.

             Peki nedir Kadere iman. etmeli mi ?  ne yapmalı ?  nasıl davranmalı. muhtemel sorusuna;

            El cevab:  Allah'ın bütün canlıları ölçüsüz yaratmadığına imandır kader. birşeye iman edicekseniz illa da buna edin .
             İnsan iradesinin alanına giren hususlarda insanın kaderi " Seçmektir" Allah bu kaderi koynuştur, ve Allah bunu söylemiştir. " Deki; hak rabbinizden açıça ortaya gelmeiştir isteyen iman etsain isteyen inkar etsin "    nokta.

       

     Hasan El Basri :   


                Kendisi Hrıstiyan bir esirin çocuğudur Babası Zeyd-bin sabit'in azad lı kölesi ve hristiyandı.Annesi ise Efendimizin eşlerinden Ümmü Seleme'nin azad lı kölesi. İki taraftan da mevla akıyor yani. Bir taraftan efendimizin eşine, diğer taraftan Efendimizin arkasından Kuranı toplayan, tertip eden, cem eden, heyetin başkanı Zeyd-Bin Sabit'e. Böylesine iki kökten geliyor ve bir hıristiyan çocuğu, gerçekten model bir şahsiyet ( Kader risalesinin sahibi ) ve benim için çok önemli bir yere sahiptir. yazmam sebebimde odur.

               Onun için Abdülmelik Bin Mervan bir mektup yazıyor. Ve kader hakkında soruyor

              " Bizim buraya gelişimiz kaderdir " iddası ile Emevilerin devlete el koyuşu,hilafeti alışı, ümmet'e bela oluşu kaderin bir tecellisi buna karşı gelmekse kader'e karşı gelmektir diyor. ( İşte size kader anlayışı )

                Kader iradeden kopuk anlaşılsa " Dua,emek,insan vb. " bunların hepsi gereksiz ve birer saçmalık denmesi lazım. Biz biliyoruz ki "Efendimizin Dua edin Şayet dua kaderinizi değiştirir" Hadisi var.Hristiyan yada müslüman olmanın bi anlamı yok o zaman herşeyin sonunda kader deyip tüm kapılar kapanır.

               Hasan el BAsri Abdülmelik Bin Mervan'a yazdığı mektupta delil olarak. " Ben insanları ve cinleri bana ibadet etmeleri için yarattım " ayetini gösteriyor. İbadet etmek yapmaktır Allah bize yapma yetkisini vermiştir, yada tam tersini yani yapmama. İrade-i cüzziye denir buna.yapmama tercihi olduğu için sadece insanların cenneti vardır. ne muhteşem bir yorum, ne muhteşem bir zeka. ben yıllarca bu ayete baktım ama hiç böle yorum yapamadım. öyleki Ömer bin Abdülaziz Hilafete gelip gelmemeyi Hasan el Basriye danışmıştır.

               Hasan el Basri mektubunda  sıralıyor sıralıyor en sonunda " Biz insanın kaderini kendi çabasına bağladık "  Ayeti ile bitiriyor

               Yani sözün özü Kaderiniz çabanıza bağlıdır, emeğinize bağlıdır, çalışmanıza bağlıdır, tercihinize bağlıdır.

             Kaderi böyle anlamalıyız Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.

 HAydiyin İftara .

       

20 Temmuz 2012 Cuma

Denge & Kıyamet



           " Koca insan " kainat, ilahi bir denge üzerine haraket etmektedir. bunu ne kadar bilmesek te yada bilipte idrak edemesek te. farkındayız birşeylerin. Doğadaki enerjinin miktarından, yada ilahi koronun ne dediğinden.bihaber değiliz bütün tabiat Allah'ı zikrediyor ,ama nasıl bir denge bu. galiba soru bu. bakın 30-35 metre boyunda herhangi bir ağacın, en alt kökünden en uzaktaki dalının ucundaki yaprağa topraktan aldığı suyu ulaştırırken harcadığı enerji miktarını merak ettiniz mi hiç. 2 varil ham petrole eş değer.tabiat Allah'ı tesbih ediyor,hamd ile,  huşu ile, denge ile.

            Söz konusu bu denge, mahlukat içerisindeki en büyük varlıktan en küçük varlığa kadar bütün bir evrenin en geçerli yasasıdır.Dengesizliğin kozmik karşılığı " Kıyamet" tir  Şu halde kıyamet ve ölüm eşittir      " Dengesizlik" sonucu da çıkar buradan. yani burada dengesizlik her ikisininde değişmez illeti.Bunlar fiziki dengesizliğin getirdiği fiziki sonuçlardır.Aynısı mana alemi içinde geçerlidir ki benim için bu biraz daha önemlidir. Manevi dengesizliğin sonucu olan manevi ölümler,bu ölümlere sebebiyet veren manevi hastalıklar, katiller ve gözle görülmediği için boyutları kestirilemeyen soykırımlar,cinayetler,kıyametler...

         Tarih dengeyi bozanlarla dengeyi korumak isteyenler arasındaki ölümsüz mücadelenin adıdır. Peygamberler İlahi dengeyi sembolleştiren örnekler. Vahiyler ise öğretinin ilahi metinleridir. insanlık varoluşundan buyana bu denge hep bozulmak istenmiş ama bozulamamıştır. ki bozulmuş olsaydı kıyamet kopacaktı bu benim tezim ( Herşeyin doğrusunu Allah bilir ) Peki dengeleri tanıyalım desek herkezin terazinin 2 küfesine de  koyacak karakterleri mutlaka vardır.İllüminati,Siklüminati,Mason,Siyonizm,Bohemiyan club, kuru kafa kemikler. vesair vesair. .isimler değişir . ama ideolojiler hiçbir zaman değişmez.  değişmedi, ve asla değişmeyecek. . Çünkü ilahi denge bunu gerektiriyor, savaşanlar,ve savaşmayanlar. iyiler ve kötüler.inananlar ve inanmayanlar.arada kalanlar diye bir kavram yok, o yüzden safınızı seçseniz iyi olur. eğer iman iddanız varsa , bunu ispatlayın, önce kendinize ispatlayın, inançlarınızı gözden geçirin, "Ey iman edenler iman edin " der  kuran.

        Kuran baştan sona dengenin çarpıcı örnekleriyle dolu .

        Örneğin açınız ilk sayfasını, Fatiha ile karşılaşacaksınız. Sure bir teşekkür cümlesi ile başlıyor. Ardından " Alemlerin Rabbı'nın iki sıfatı geliyor. " Esirgeyen-Bağışlayan" ( Er-rahman, Er-rahim ) Bunlar sizi sevindiriyor birden. onu bu iki sıfatı ile görmeye başlıyorsunuz. Esirgenmek ve bağışlanmak çok güzel birşey değilmi .Oldukça hoşunuza gidiyor bu, seviniyorsunuz. Bu sevincinizin bir rehavete dönüşmemesi, bir dengesizliğe kapı aralamaması için, hemen ardında. Onun yalızca esirgeyen,bağışlayan olmadığıi bir de              " Sorgulayıp-Cezalandıran" vasfına sahip olduğu  " Beşikteki bebelerin saçlarını ağartan " Din gününün sahibi olduğu hatırlatılıyor. Önceki umudumuz bir korkuyla dengeleniyor.

       Bu, insandaki psikolojik dengenin, umut ile korku arasındaki dengenin sağlanmasının sadece tek bir örneği. Kuran'da bireysel,toplumsal,siyasal,ekonomik,ve evrensel dengenin değişmez yasalarını bulmak mümkün. ki ben bulduysam siz uçarsınız herhalde .

     
Günümüz insanında denge, yürek aleyhine bozulmuştur.

   Kalp ihmal edilmiş ortada  bir şey kalmamıştır.Kalp insanın merkezidir, karar alma mekanizmasıdır.Hiç bir şeyin fayda vermediği günde   ( Kıyamet )  " Selim bir kalp" in fayda vereceğini kurandan öğreniyoruz biz. ( 26/88-89 )

Allah Rasulünün beyan ettiği gibi. Kalp insanın merkezi,vücudun komuta merkezidir. Allah'la insan arasındaki ilişkinin kontrol edildiği mekandır. bir nükleer güç merkezidir kalp. peki kaç kişi içeride bu kadar müthiş bir imkan taşıdığının farkında. yada onun yapabileceklerinin farkında, belki  birkaç kişi. ama yapabileceklerinizin sadece bir kısmını bilseniz beyninizi söküp tavada 2 yumurta kırar yerdiniz.

      Aldığımız batı eğitimin amacı budur. Rasyonalist,ve pozitivist eğitim. Öğretmen arkadaşlar beni daha iyi anlarlar diye tahmin ediyorum. tahribatın hedefi kalp'dir. kalbi etkisiz hale getirmek. sebep ? . Mekanı başına yıkılmış bir iman, kendisine saray olması gerekirken,kendisine zindan edilen bir yürekte ne yapabilirki.

      Tuzu kuru bir islamcılık moda şimdilerde. Kişiye sadece İslamın kazandırabileceği en güzel duygudan. derinlikten,iç zenginliğinden yoksun garip bir tip çıkarılmaya çalışılıyor.

      Duygu ve yaşantısı bir "lord" yada bir " kont" gibi olduğu halde bir müslüman gibi düşünen; imanını aklının eline verip aklıyla iman eden gariban tipler. Münafıklar suresinde anıldığı gibi, İslami kavrayışına, düşüncelerinin parlaklığın, yada ayetlerin arasında zeka oyunları,ve mantık bilmeceleri çözer gibi dolaşmasına yani konuşmasına hayran kalıyorsunuz ( 63/4 )        

      Müslümanın en güçlü yeri kalbidir. Allah'la olsun kullar'la olsun her türlü ilişkiyi oradan başlatır ve oradan yönlendirir. Hissetmeyen,ürpermeyen,yanmayan,hüzünlenmeyen kalb ile taş arasında ne fark var. Kuran'a göre taşlar bile böylesi bir kalp ten daha iyidir.
 
     " Sonra kalbleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki. onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılarak ortasından sular çağlar. Öyleleri de vardır ki Allah korkusundan yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir ( 2/74 ) 

      Eğer taşıdığın kalb böyleyse daha fazla hamallığını yapma onun. bir ömür göğsünde granitten bir parça taşımaya seni kim  ve ne mecbur ediyor ? kaldır,at.

     Müslüman gençliğin manevi alanda düştüğü sefalet diz boyu. bunun sonucu olarak ;

Dini- İdeoloji
Kitap'ı- Manifesto
Rasul'ü- İdeolog
Tebliği- Propaganda
Cihad'ı - Kavga
Tefekkür'ü- Akıl yürütme
Davet'i- Çenebazlık

      Olarak anladık hep, Bu İslami değerleri çığrından çıkardığımız için, Bir neslin hayatında devrim yapan bu şeyler. Bizim hayatımızda bırakın devrimi küçük bir evrim bile yapamadı.

      Bizler İslam'ın hayranıyız dahası kurbanıyız, fakat İslamîn insanı olamadık henüz. Çünkü Allah'ın insanı üzerinde yarattığı altın dengeyi ( 82 / 7) bulamadık 

   Bitti . .