“Hükümet hak çiğneyici olursa, yasaların hor görülmesine çanak tutmuş olur,
bu da herkesi kendi hakkını kendisinin aramasına davet demektir.”
bu da herkesi kendi hakkını kendisinin aramasına davet demektir.”
Yargıç Louis D. Brandeis
BEYNİMİZİ DIŞARIDAN ETKİLEYENLER
Dışardan beynimiz kontrol edilebilir mi?
Bunu çoktandır deniyorlar ve kısmen de başarıyorlar. En eski örneği hipnoz, bildiğimiz bir şey. Şunu pek duymamış olabiliriz: Bir insanın derin inançlarına zıt düşen bir şeyi ona hipnozla da yaptıramazsınız. Mesela, insan öldürmeyi büyük günah veya yanlış bilen birini hipnotize edip katil yapamazsınız.
Etkili diğer bir yöntem “sodivm pentolhal” iğnesi:
Bu ilacın tesirinde kalanlar, sorulan suallere yalan cevap veremiyor. Batı’da polisler kullanıyorlarsa da mahkemeler kanıt saymıyor. Ama kanıtların yerini ilaç yüzünden söylememezlik edemezlerse mahkemede delil oluyor.
Çok eski olmayan bir başka yöntemin adı “subliminal conditioning” (bilinçaltını şartlandırma).
Sinemaların birinde ekranda, gözün göremeyeceği kadar hızlı bir mesaj “flaş” edilmiş: “Çık Coca Cola iste ve iç”. Film bitmeden salondan çıkıp büfeden Coca Cola isteyenler her zamankinin üç katı olmuş. Niçin cola aldığı sorulanlar:“Birden içimden Coca Cola içmek geldi” demişler. Colorado Üniversitesi’nden Dr. Hal Becker bu denemesini saniyenin 1/60′ı kadar hızla yaptığını ve perdede 30 defa tekrarladığını belirtmiş. Fakat reklamcılar bunu televizyonda uygulamak isteyince devlet yasak koydu. (Şimdi yapılmıyor mu?)
AZGIN HAYVANIN BİRDEN SAKİNLEŞMESİ
1970′lerin başlarında Amerika’da çok çarpıcı bir başka “dıştan etkileme” deneyine tanık olundu. Deneysel psikolog Dr. Delgado, bir stadyumun ortasında, televizyon kumandasına benzer bir araçla, dörtnala saldıran bir boğanın gelişini kıpırdamadan seyrediyordu. 5-10 adım kala elindeki bir düğmeye bastı. Azgın boğa durakladı, sonra da sakin sakin etrafta gezindi. Delgado bir başka düğmeye basınca hayvan yine kızgın haline dönüştü, burnundan köpükler saçıyor, ön ayağıyla tepiniyor ve saldırıya hazırlanıyordu ki bir düğmeyle tekrar uslu öküz oldu! Bu farklı davranışlar, boğaya daha önce derialtına yerleştirilen cipler sayesinde, beyninin öfke ve huzur bölgelerine elektrik vermekle oluyor. Benzer deneme daha sonraki yıllarda “Rhesus” maymunlarının “ağababasına” uygulanmış. Kırmızı suratlı bu maymunları hayvanat bahçelerinde seyrederseniz, geniş bir aile topluluğu halinde yaşadıklarını ve “ağababa”nın daha yüksek bir yerde mevki aldığını görürsünüz. Bu diktatörün çevresinde çizilmemiş bir sınır vardır ve diğer maymunlara “yasak bölgedir”. İşte bu despota da cipler yerleştirilmiş, “huzur” düğmesine basılınca birden hoşgörülü olmuş; yavrular önce ürke ürke, sonra daha cüretlenerek “şefe” yaklaşmış, hatta tepesine çıkmışlar, ses çıkarmamış ne zaman ki öbür düğmeye basılıncaya kadar; birden çılgın gibi naralar atıp sınırı aşanları ısırıp kovmuş!
PSİKOMOTOR İLAÇLAR
Beyni etkileme sadece ciple olmuyor, gaz da kullanılıyor. Bir kediye ilaçlı gaz püskürtülüp hayvancık büyük bir kavanoza konmuş ve hemen ardından yanına bir fare bırakılmış. Kedi fareyi görünce ödü kopmuş, panik içinde camı tırmalayıp kaçmaya çalışmış. Fare de şaşkın tabiî. Bu da, beyindeki “korku” bölgesini, amigdala guddesini teknik yolla etkileme sayesinde gerçekleşen bir deney.
Bunlar hayvandı diyebiliriz. Ama biyolojik beynimiz de, özellikle duygular konusunda, dıştaki etkenleri algılamada hayvanlarınkinden pek farklı değil. Amerika’da, Avrupa’da, Rusya’da, Japonya’da da bunların silah olarak kullanımı elbette düşünüldü. Kedi-fare örneğinde olduğu gibi, insanlara göre ayarlanmış bir gaz, fark ettirmeden ordular, şehirler veya yöneticilere püskürtülürse teslimiyet, panik, her şeye boş verme gibi davranışlara sebep olur. Buna“psikomotor” ilaçlar deniyor.
Amerikan Devlet NİMH Enstitüsünden Dr. Goodwin, hormonlarla etkileme yolunu bulmuş. Beynin normal, mantıklı düşünme kanallarını, vücudun kendiliğinden ara sıra “bloke” ettiğini, hislere de meydan verdiğini fark etmiş ve aynı etkiyi dışardan uygulayabilmiş. Buna benzer psikomotor kimyasal maddeler savaş anında bir şehrin su barajlarına salıverilirse, iradedışı davranışlar düşmana yarayabilir.
BEYİN TEKNOLOJİSİ
Tabiî ki buluşların sadece olumsuz yerlerde kullanılması gerekmez. Syracuse Üniversitesi’nden Prof. A. Sehu, bilgisayarda depolanmış bilgileri, beynin alıcı reseptörlerine bağlamak için araştırmalar yapıyordu. Aynı üniversitede şimdi dekan olan Prof. Dr. Ceylan Türkkan, vaktiyle solucanlar üzerinde yaptığı bir deneyde, yuvasını ezberlemiş olan böceğin hafıza bölgesinden sıvı alıyor ve o yuvayı hiç bilmeyen bir başka solucana şırınga ediyordu. Bu “Yabancı” solucan ötekinin yuvasını, eliyle koymuş gibi buluyordu.
HAFIZANIN KİMYASAL NAKLİ!
Bio-Feedback aletiyle, beynimizin “Alfa” akımlarını artırarak sinirlilik hali giderilebiliyor ve huzura kavuşuluyor.
Bu iş o kadar ilerledi ki, psikoloji, biyoloji, fizyoloji, kimya ve elektronikcybernetik ilimlerinin birleşmesinden yeni bir büim dalı doğdu: “BrainTech” (Beyin Teknolojisi). Buna “Bio-Kimya” da diyen Prof. Dr. L. J. Perelman, “Öğrenim üzerindeki etkisi, bilgiyi aktarmada çığır açan elektronik ve gör-işit (audiovisual) araçlarınkini aştı” diyor. Tomografi ve MR araçlarıyla beynimizin dikkat, pür dikkat ve yorulmadan zihinsel çalışma bölgeleri keşfedildi, haritası çıkarıldı.
Sonuç: Şu muhakkak ki, hafızayı güçlendiren ve hatırlamayı hızlandıran yeni ilaçlar öğrenciye de, eğitime de büyük yarar sağlayacaktır. Ama bilgi ve irademiz dışında beynimizi etkileme çalışmalarını ihtiyatla takip etmeliyiz. Tıpkı“Tele kulak” olayları gibi.
MERYEM SURESİ VE OKSİTOSİN: SADAKAT HORMONU
İnsanların birbirine güvenmesinin temelinde oksitosin isimli hormon vardır. İsviçre’deki Zürih Üniversitesinden Thomas Baumgartner, 2008 yılında bu hormonla bir deney yaptı.
Deneye başlamadan önce katılımcıların bir bölümüne burun spreyinde oksitosin maddesi, diğer bölümüne plasebo verildi. OKSİTOSİN HORMONU VERİLEN DENEKLER, KENDİLERİNİ DEFALARCA ALDATAN İDARECİYE HALA İNANMAYA DEVAM ETTİLER. (??????)
PEKİ BU NASIL OLUYOR?
Oksitosin, siniı sisteminin ilgili bölümlerini ele geçiriyor ve onlara emniyet ve güven duygusu aşılıyor. Plasebo verilen denekler ise bir kaç yalanından sonra idareciye artık inanmamaya başladılar.
Bu deneklerin MR’ını çeken doktorlar, oksitosin hormonunun, beynin iki bölgesinin etkinliğini azalttığını gördü. Bu bölümlerden ilki, öfke, üzüntü, korku ve iğrenme gibi olumsuz duygulardan sorumlu amigdala, diğeri davranışları düzenleyen striatumdu.
Hormon, beynin bu iki bölümünü, işlemez hale getirmiş, dolandırılan denekler, kendilerini dolandırana hala güvenmeye devam etmişlerdi.
Oksitosin düzeyi yüksek insanların uzun yıllar iyi giden ilişkilere, ömür boyu tek eşli yaşamaya eğilimli oldukları belirtiliyor. (Anadolu Ajansı- 30 Mayıs 2008)
Maryland Üniversitesinden Sue Carter, bu hormonu tarla faresi ile dağ faresi üzerinde denedi.
Tarla fareleri üremek için uzun süreli ilişkiler kurarken, dağ fareleri önlerine gelenle çiftleşmekteler ve babalar yavruların büyütülmesine katkıda bulunmuyorlar.
Carter bu iki türün farklı davranışlar sergilemesine yol açan asıl nedenin oksitosin olduğunu keşfetti.
Tarla farelerinin beyinlerindeki haz merkezlerinde çok sayıda oksitosin alıcısı varken, dağ farelerinde oksitosin alıcısının çok daha az olduğu, bu nedenle eşlerine daha az sadık olduğu tespit edildi.
Bir diğer ifadeyle, oksitosin hormonu düşük kimseler, eşlerinden güle oynaya boşanırken, oksitosin hormonu yüksek kimselerde ayrılık daha da sancılı olmaktadır.
Her iki örnekte de gördüğümüz gibi, oksitosin hormonu, kişinin, etrafındakilere güven duymasına sebep oluyor. Bu sebeple oksitosin hormonunun bir diğer adı, “SADAKAT HORMONU” dur.
Oksitosin hormonu, özellikle kadınlarda önemli görevler üstlenmiştir.
Bu hormon, kadınlarda
1-Hamile kalmayı kolaylaştırır
2-Doğumu kolaylaştırır
3-Annelik duygusunu güçlendirir, kadını, bebeğine ve eşine bağlar
4-Anne sütü üretimini artırır.
Doğum sancılarını başlatmak amacıyla damar yolu ile oksitosin verilmesine halk arasında suni sancı denir. Bu teknik bugün hastanelerimizde uygulanmaktadır. Sentetik olarak üretilen oksitosin hormonu çok düşük dozlarda damardan verildiğinde, rahimde kasılmalara neden olmakta, böylece doğumu kolaylaştırmaktadır.
Tam da bu konuda Kuran’ı Kerim’de Meryem Suresi’nde ilginç bir olay anlatılmaktadır.
22- Nihayet (Allah’ın emri gerçekleşti) Meryem İsa’ya gebe kaldı ve o haliyle uzak bir yere çekildi.
23- Sonra doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunup dayanmaya zorladı. Meryem “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim” dedi.
24- Melek, Meryem’e, şöyle seslendi. “Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir ırmak akıttı. Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş taze hurmalar dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun.”
Çok enteresan… Allah doğum yapmak üzere olan bir kadından, Hurma yemesini istiyor. Neden? Çünkü, bugün hastanelerde doğumu kolaylaştırmak için kullanılan oksitosin maddesi dünyada en bol miktarda hurmada bulunmaktadır.
Buradan da anlıyoruz ki, Melek, Hz. Meryem’in hurma yemesini sağlayarak, oksitosin maddesi aldırmış böylece Hz. İsa’nın doğumunun kolay olması sağlanmıştır.
Özetleyecek olursak OKSİTOSİN hormonu, insanın çevresiyle ilişkilerini ömür boyu etkileyen önemli bir hormondur
Bu hormonun suni yollarla verilmesi, suistimale açıktır ve kötü ellerde istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Kişinin davranışlarını bir süreliğine de olsa bu yolla değiştirmek mümkündür.
MESELA BU HORMON, İLAÇ OLARAK VERİLDİĞİNDE CÖMERTLİĞİ KÖRÜKLEMEKTEDİR.
Oksitosin verilen kimseler “kendisini daha rahat ve güvenli hissettiğini, başkalarına ve doğaya yakın olmaktan hoşnutluk duyduğunu” söylemişlerdir. (Seçimlerde dağıtılan köfte dönerler vb. yiyecekler hakkında dikkat etmek gerekir mi?)
Manavda, bakkalda satılan kimi meyve ve sebzeler içindeki bazı maddeler, insan davranışlarım etkilemektedir. Çeşitli yollarla elde edilecek maddeler vasıtasıyla, daha büyük insan topluluklarının davranışları bir süreliğine de olsa değiştirilebilinir. Bu, planlı bir program dâhilinde daha geniş topluluklar üzerinde uygulanabilinir mi, üzerinde çalışılması gereken bir konudur.
BEYNİ “RESET’LEMEYE AZ KALDI
Bilim insanları, hafızadaki acı ve korku veren kötü anıları silecek ilaç geliştirdi…
ingiltere’de yayımlanan Daily Mail gazetesinin haberine göre, bilim adamları, geliştirdikleri ilacın özellikle kötü olayların ardından ortaya çıkabilen “travma sonrası stres bozukluğu”nun tedavisinde olumlu etki yaratabileceğini düşünüyor.
Hollandalı bilim adamları, kötü anıların genellikle kalp hastalarında kullanılan “beta bloke edici” ilaçlarla silinebildiğini öne sürüyor.
Hayvanlar üzerinde yapılan denemelerde, ilacın beyindeki kötü anıların canlanma mekanizmasına müdahale edebildiği görüldü. İlaç daha sonra 60 kadın ve erkek denek üzerinde denenirken, bu kişilere gösterilen fotoğraflarla önce hafızalarında rahatsızlık verici anılar oluşturuldu, sonra da bu anıların aynı fotoğraflar gösterilerek canlandırılmasına çalışıldı.
Deneklerin bir bölümüne ilacın kullandırıldığını, diğer gruba ise placebo verildiğini belirten uzmanlar, ilacı kullanan grubun korku uyandıran fotoğraflar karşısında az tepki verdiğini, diğer grubun tepkilerinin ise daha güçlü olduğunu belirtti.
Bir gün sonra ilaç kullandırılan deneklerin ilacın etkisinden çıkmalarından sonra aynı teste tekrar tabi tutuldukları, yine ilacı kullanan grubun, placebo kullanana göre çok daha zayıf tepki verdiği tespit edildi.
Bilim adamları, bu testler sonucunda ilacın kötü ve ürkütücü anılan silmekte etkili olduğu sonucuna vardı. Bilim adamlarına göre ilaç kötü anının yeniden canlanmasını önlüyor ve beynin bu anıyı tekrarlamasının önüne geçiyor.
İngiliz uzmanlar ise ilacın İngiltere’de büyük bir etik tartışmasına yol açacağına işaret ediyor. Uzmanlara göre, pek çok kesim, insanı insan yapanın yaşadığı acılar olduğunu ileri sürerek, ilaca etik açıdan karşı çıkacak.
Uzmanlar, ilacın ayrıca, insanların hatalarından ders alma imkanını da ellerinden alacağına işaret ediyor ve bunun da zararlı psikolojik etkilerini hatırlatıyor.
St. George’s Üniversitesi Tıp Etiği Bölümü öğretim üyelerinden Dr. Daniel Sokol, “Kötü anılan hafızadan kazımak bir siğili ya da et benini yok etmeye benzemez. Bu, insanı anılarından kopararak, kişiliğini değiştirir. Bazı durumlarda faydası dokunabilir, ama genelde anılan silmenin şahıslar, toplum ve insanlık üzerindeki yıkıcı etkilerinin iyi hesaplanması gerekir” dedi. (Ajanslar 16 Şubat 2009)
I. BÖLÜMÜN SONU