25 Ocak 2013 Cuma

Yatak Değiştiren Hilafet



                     Ey İbn-i Mes'ade! Allah Ebubekir'e rahmet etsin. Ne o dünyayı istedi ne de dünya onu. Ömer'e gelince: Dünya onu istedi fakat o dünyayı istemedi. Osman ise; dünya ona isa­bet etti, o da dünyaya nail oldu. Amma biz... Biz onun İçinde kirlendik, dünyanın tozuna toprağına bulandık." Daha sonra pişman bir edayla dedi ki: "Vallahi bu, Allah'ın bize verdiği bir saltanattır

                  Muaviye b. Ebi Süfyan Hz. Muaviye Kureyş'in köklü ailelerinden birinin çocu­ğuydu. Babası Ebu Süfyan, Fetih'ten önce Kureyş'in önder­lerinden ve müşrik Mekke'nin son reisiydi.

              Fetihten sonra babasıyla birlikte müslüman olan Mua­viye sulta sahibi aristokrat bir ailede yetişmiş olmasının do­ğal sonucu olarak genel kültür sahibi, yönetim işlerinden an­layan, okumuş-yazmış biriydi. Rasulullah, etrafındaki her insanı kabiliyeti istikametinde istihdam ederdi. Bu cümle­den olarak Muaviye'ye de çeşitli kademelerde görevler ver­mişti. Onun verilen görevleri büyük bir beceriyle yerine ge­tirmesi yeni yeni görevlerin verilmesine vesile oluyordu.

             lk iki halife de aynı şekilde ona yönetimde görevler verdiler. Hz. Ömer Kum'da çıkan isyanı bastırmakla onu gö­revlendirmişti. Aynı şekilde kuzeye yollanan orduya komu­tan olarak atanmış, onun komutasında bir çok seçkin sahabi emniyet ve güven içinde yer almıştı.
Hz. Ömer atadığı yöneticilerin hal ve gidişiyle çok ya­kından ilgilenirdi. Birinin kusurunu gördüğü zaman hatır gönül dinlemez hukuk (şeriat) neyi gerektiriyorsa onu yapardı. Bu dönemde Emir Muaviye'nin ciddi bir açığı olmadı. Valileri sık sık değiştirdiği halde bu nedenle onu yerinde bı­raktı.

       Aynı isim Hz. Osman'ın hilafeti döneminde de aynı yerde tutulmuş, üstelik yetkileri ve sorumluluk alanı geniş­letilmişti. Ta Kîzıldeniz'e kadar olan toprakların tümü ona bağlanmış, başında bulunduğu eyaletin ekonomik ve askeri gücü merkezi hükümetin ekonomik ve askeri gücüne denk hale gelmişti.

           Siyaset tarihinde sık rastlanan bir olay vardı: Bir vali aynı yerde çok geniş yetkilerle uzun süre tutulursa bu onu saltanat davasına kalkışmaya götürüyordu. Muaviye tam 16 yıldır Şam eyalet valiliğindeydi. Hz. Ali üçüncü raşid halife­ye Muaviye'nin yerini değiştirmesini ihtar ettiğinde Hz. Os­man "Onu oraya Ömer getirdi" demişti. Hz. Ali'nin cevabı ise bir vakıayı dile getiriyordu:

            "-Muaviye'nin Ömer'den korktuğu kadar kendi kölesi Ömer'den korkmazdı. Ya senden?.."

        Hz. Osman'ın kanını bahane ederek meşru yönetime karşı ayaklanan Şam valisi sonunda kendisini halife ilan ede­cek ve göz koyduğu bu makamı ele geçirmek için tüm yolları deneyecekti.
Hilafeti kılıç zoruyla ele geçiren Muaviye'nin verdiği ilk hutbeyi İbn-i Kesir'den aktaralım:

       "Allah'a yemin ederim ki yönetimi ele geçirdiğim zaman bundan hiç hoşlanmadınız. Bunu biliyorum. Hatta bu konu­lardaki kuruntularınızı da biliyorum. Fakat ben bu makamı kılıcımın gücüyle elde ettim " . 

           Nebevi siyaset tarihinde ilk defa müslümanların yöne­timi 'kılıç zoruyla' elde ediliyordu. Ardından Rasulullah'ıh kanunlaştınp Raşid Halifelerin uygulaya geldiği siyasî, ibadî, ekonomik ve sosyal kurallar şeriatın hilafına değiştiri­liyor veya terkediliyordu. Şûra'nın yerini 'veraset' alırken emr bi'İ-ma'ruf gibi kimi farizalar suç ve fitne sayılıyordu. Devlet-millet arasında aşılmaz duvarlar konurken bunu ön­leyen sünnetlerden, halkın önünde namaz kıldırma, hutbede halkın dertlerini halletme gibi teamüller terkediliyordu. Biat kurumu tamamen atıl hale getiriliyor, kanı, malı, ırzı haram kılınanların kanunsuz ve keyfi bir biçimde -siyaseten- kanı, malı, ırzı helal kılmıyordu. Bunun iç paralayıcı örnekleri ileride gelecektir.

             İşte bütün bunlar bir şeyin habercisidir: Nebevi hilafetin bitip sultani hilafetin başladığının. Eğer bu ayrım yapılma­yacak olursa bütün bu yapılanlar nezih İslam'ın hanesine ya­zılacaktır ki asıl tehlike o zaman başgösterecektir.

           Fertlerin, hatalarının fertlerin hanesine yazılmasını hoşgörmeyenlerin, bu hataların İslam'ın zulümden arınmış ak sayfasına yazılması karşısındaki duyarsızlıkları ihanet değilse hamakattir, cehalettir, taassuptur. Biz, bir ferdi akla­mak için kocabir dini ve o dinin tüm mensuplarını töhmet al­tında bırakan böylesine tavırları mazareti ne kadar tumtu­raklı olursa olsun kabul etmemeliyiz. Tarih boyunca bazı in­sanlar kendi hislerini, taraftarlıklarını ve meşreplerini kalıcı hale getirmek için onu akide imiş gibi göstermekten korkma-mışlardır. Üstüne akide kılıfı geçirilmiş indi görüşlerin ör­tüsünü sıyırmak isteyen herkesi de ciddiyetsiz bir biçimde suçlamışlar, kara çalmışlar, isnat ve iftiralarla mahkum et­meye çalışmışlardır. Hatayı sevap gibi göstermek ne kadar tehlikeliyse savabı hata gibi göstermek de bir o kadar tehli­kelidir.

       Kimseye suç işleme imtiyazı tanımayan bir dini böyle­sine bir töhmet altına sokacak her davranış, o dine karşı iş­lenmiş en büyük cinayet ve zulümdür.

      Tarihin şimdi açacağımız sayfalarını adaletli ve itidalli bir bakış açısıyla okursak, kendi kuşağımızın ve gelecek ku­şakların dağarcığında gıdaya dönüşecek olan "hik met"'\ bu sayfalarda fazlasıyla bulabiliriz.

Sa'd b. Ebi Vakkas (r) Muaviye'nin yanına girerken şöyle selam veriyordu:

"Selam sana ey kral!"

Muaviye'nin kendisi de biliyordu makamının hilafet makamı olmadığını ve şöyle söylüyordu:

"Ben müslümanların ilk sultanıyım."


        Yasalarını Rasulullah'm belirlediği nebevi hilafetin mahiyeti ilk defa değişmişti. Nebevi hilafetin özelliği Veril­miş1 olması, sultani hilafetin özelliği ise 'alınmış' olmasıdır. Bu, îslami siyasette temel bir farktır. Çünkü bu farkla İslami siyasetin iki temel şartı olan biat ve şura iptal edilmiş olmak­tadır.
İslami siyasetteki bu köklü değişiklikler başka alanlar­da da yaşandı. Artık devlet dinin değil, din devletindi. Raşid halifeler kanuna kendileri uyarken ondan sonrakiler kanunu (şeriatı) kendilerine uydurdular.

Müslüman Kafir'e mirasçı olamazken Müslüman Ka-fir'e mirasçı yapıldı. Hukuk dışı bu uygulamayı İmamZührî rivayet eder. Çok sonraları Raşid Halife Ömer b. Abdülaziz bu gaynmeşru uygulamayı kaldıracaktır.

Bir başka değişiklik de diyet konusunda yaşandı, İbn-i Kesir'den okuyalım:

         "Diyet'te Muaviye sünneti değiştirdi. Zira sünnet'e göre muahid'in (İslam devletiyle anlaşmalı gayr-ı müslim) diyeti müslümanınkinin aynıdır. Fakat Muaviye bunu yarıya in­dirdi. Diğer yarısını da kendisi aldı."


              Şeriatta, ganimet mallarının beşte biri hazineye ait olup beşte dördü ise muharipler arasında taksim edilir. Muaviye böyle yapmamış, bu malların içinde bulunan altın ve gümü­şü ayırarak kendisine alıkoymuştur.

Yeni dönemde şeriatın hükümleri de farklı uygulama alanı buluyordu. Örneğin, Basra valisi Abdullah b. Amir hutbe okurken adamın biri valinin sahabeye küfretmesine dayanamayarak taş attı. Anında eli kesilen adam durumu Muaviye'ye şikayet edince şu cevabı aldı:

"Elinin diyetini beytülmalden öderim. Fakat valilerimi cezalandıramam."

Devlet, artık Rasulullah'ın kurup Raşid Halifeler'in ko­ruduğu 'hukuk devleti1 değildi. Ünlü zalim Haccac gibi Ümeyyeoğullannm ümmetin başına bela ettikleri azgınlar­dan biri de Busrb. Ertad idi. Muaviye bu adamı Yemen'e vali olarak gönderince kendisinden önceki vali Abdullah b. Ab-bas'ın iki küçük çocuğunu katlettirecek, bu cinayet gözleri­nin önünde işlenen anne çıldıracaktır.

Aynı isim, henüz Hz. Ali'ye olan biatini bozmamış olan Hemedan'ı 'fethetmekle görevlendirilince, orada yaptığı zu­lümler tarihin yüzünü karartacaktır. Bunlardan sadece bir ta­nesi Hemadan'm müslüman kadınlarını cariye niyetine esir alıp kullanmasıdır.

Kimse hıncını ve kinini isimler üzerine teksif ederek yanlış yapmasın. Bütün bu zulümleri işleyen isanlar konum­larından ve anlayışlarından soyutlandığında çok iyi birer fert olabilirler. Ne ki onlara, dile alınmayacak zulümleri yap­tıran 'saltanatçı mantık'tır. Ve bu mantığın tarihi, zamanı, yeri yoktur. Her çağda, her yerde, her kesimden birilerine te­belleş olabilir. Eğer düşman olunacaksa bu mantığa; 'saltanatçımantığa'düşman olunmalıdır. Tarih yazmanın ve tarih okumanın maksadı o zaman tecelli edecektir.

Bu dönemde moda olan taşkınlıklardan biri de, cahiliye adetlerinden olan cesetlere zulmetmekti. Üstelik zulmedilen bu cesetler Allah Rasulünün güzide ashabının cesetleriy­di.

Cesedin kellesini gövdesinden koparma zulmü ilk defa Ammar b. Yasir (r)'e yapılmıştı. Bahşiş almak için kesilen kelleler Muaviye'ye getiriliyordu. Sahabeden Amr b. Ha-mık'm cesedi de aynı akıbete uğradı. Bir farkla ki; bu kez ha­lifenin emriyle kesik baş şehir şehir dolaştırılıp teşhir edili­yordu.

Aynı işlem kendi kuşaklarının Öncüleri olan Mu-hammed b. Ebi Bekir, Numan b. Beşir ve Mus'ab b. Zübeyr'e de yapılacak, birincisinin cesedi sonunda bir eşek leşiyle bir­likte yakılacaktır.

Bu dönemde ortaya çıkan bidatlerden biri de Allah Ra­sulünün "Onlar hakkında Allah'tan.korkun" buyurduğu gü­zide ashabına sövülme bid'atidir. Muaviye illere tayin ettiği valilere "Ali'ye sövmekten Osman'ı sevmekten geri kalma­yın" diye tavsiye ediyordu. Bu bid'at öylesine yaygınlaşmış­tı ki, Allah Rasulünün en sevdiği insanlara bizzat onun ma­nevi huzurunda; mescidinde küfrediliyordu.

Bu işin en çirkin boyutu da cuma hutbelerini sahabeye küfür ile bitirmenin gelenek haline getirilmesiydi. Bu çok çirkin gelenek Hz. Ömer b. A'bdülaziz iktidara gelince kaldı-rılacak yerine bugün de hutbelerin sonunda okunan Nahl Su­resi 90. ayet ikame edilecektir.

Saltanat bir şeyin gücünü iyi keşfetmiş ve bu gücü sonu­na kadar da kullanmıştı: Mescidler... Çağdaş devletlerde ba­sının gördüğü işlevi İslam devletinde en ideal anlamıyla mescidler üstlenmişti, islam'ın bu özgün kurumları ibadet­hane olmalarının yanısıra kamuoyu oluşturma merkezleriy­di. Allah Rasulü mescidleri çok boyutlu olarak kullanmıştı. Bu kurumların toplumdaki yapıcı gücü başlı başına bir ko­nudur.

Yönetim el değiştirince mescidlerin işlevi de değişti. Mescidleri elinde bulunduran güç İslam'ın bu kurumunu kendi saltanatı uğrunda kullanıyordu. Ve tabi muhaliflerine karşı verilen savaşın propaganda merkezlerine dönüşmüştü mescidler.

Hutbelerde sahabeye sövme olayı müslüman halktan beklenmedik bir tepki gördü. Bu bid'atın bir başka kötü so­nucu da alim-cahil bir çok insanı cuma namazlarından soğutmasıydı. Her şeye rağmen cumaya devam edenler ya da­yanamayıp mescidde sesini yükseltiyor ya da dışarı çıkıp as­haba söven valiyi taşlıyorlardı. Bir keresinde Küfe valisi İbıı Ziyad taş atan seksen kişinin elini kestirmişti. Bu bid'ata kar­şı duyulan şiddetli tepkiyi çok acımasız bir biçimde cezalan­dırıyordu yönetim.


KAYNAK 
_______________________________


-İbn-i Kesir, el-Bidaye, VIIU135.

-Îpnü'l-Esir, el-Kûmil, 111/275.

-İbn-i  Abdi'l-Berr,   el-İstiâb,   IH/380;  İbn-i  Kesir,   el-Bidaye, VII1/137.

-A. g.e.,VlW 141,142.

-İbn-i Sa'd, Tabakat, V1I/28,29.

-İbnü'l-Esir, el-Kamil, IH/250,251; İbn-i Kesir, el-Bidaye, VIII/94.

-İbn-i Sa'd, Tabakat, VÎI25.

-İmamalar ve Sultanlar, Mustafa İsmailoğlu, Denge Yayınları, 1/ 72-78.

-Taberi, Tarih, V/275.

-A. g. e., V/253-277.

-A.g.e.,V/29I.